Demir Yumruk kulisleri: Köstebekler, paralar, siyaset bağlantıları, tahliye hesapları

rüşvet
Abone Ol

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Gazeteci Ersan Tatar bugünkü köşesinde Demir Yumruk Operasyonu’na ilişkin dikkat çeken bir yazı yazdı. Yazıda yok yok !.. İhale için paravan firmalar, kolluk gücünden elemanlar ve tabii ki siyasetçiler…

Adana’dan Ankara’ya gidip milletvekilinin oğlu ve istihbaratçılar ile görüşüyor, milletvekilinin oğlu konuyu araştıracağını, bir iki gün beklemelerini istiyor.

Soruşturulan üç gruptan birinin önde gelen isimleri aynı cezaevinde, ayrı odalarda kalıyorlar ve Ankara Adliyesi’ndeki önemli isimlerden birine haber yolluyorlar: ‘Bizi 3 kişilik aynı koğuşa aldırırsanız 200 bin dolar veririz.'”

Gazeteci Ersan Tatar kisadalga.net’teki köşesinde Demir Yumruk Operasyonu’na ilişkin ayrıntıları yazdı. “Demir-çelik piyasasını manipüle ederek fiyat istikrarını bozdukları” ve “sahte fatura düzenleyerek paravan şirketler aracılığıyla haksız kazanç sağladıkları” belirlenen 300’den fazla kişi, “Demir Yumruk” operasyonu ile geçtiğimiz günlerde gözaltına alınmış, aralarında Erol Evcil’in de bulunduğu 5 kişi Sulh Ceza Hakimliği’nce tutuklanmıştı.

Tatar, operasyona ilişkin “önümüzdeki günlerde özellikle “tahliyeleri” ve “suçun vasıf ve mahiyetinin değişme olasılığı”yla daha çok konuşulacak” yorumunda bulundu.

Bir de rüşvet olayına işaret eden Tatar, “Kulislerde konuşulanlar o kadar çok ki pek çoğu, ünlü “rüşvetin belgesi mi olur p…” sözünü hatırlatır türden. Örnek mi? Soruşturulan üç gruptan birinin önde gelen isimleri aynı cezaevinde, ayrı odalarda kalıyorlar ve Ankara Adliyesi’ndeki önemli isimlerden birine haber yolluyorlar: “Bizi 3 kişilik aynı koğuşa aldırırsanız 200 bin dolar veririz.” ifadesini kullandı.



Tatar’ın yazısı şu şekilde:

“Hani reklamlarda sevimli bir kız çocuğu “on yüz milyon baloncuk yuttum” diyordu ya bu yazıda geçecek rakamlar da onun gibi; Yeni Türk Lirası ile söylendiğinde bile paradan 6 sıfır hiç atılmamış gibi düşündüren rakamlardan söz edeceğiz. Cumhuriyet tarihinin mali yönden belki de en büyük usulsüzlük iddialarının sadece bir ayağının işleyişini anlatacağız. Çetenin çarkının nasıl işlediğini, devletin tam olarak kaç milyar YTL zarara uğradığını kuruşu kuruşuna aktaracağız. Bu çarkı fark eden “bazı çevreler” şimdi çete üyelerine, taahhütle karışık tahliye umutlarını kaç milyon YTL’lik bir “savunma pazarı” ile veriyor, bunları anlatacağız.

Demir Yumruk soruşturmasını anlayabilmek için önce takvimlerde biraz geri gitmek gerekiyor. Çünkü özellikle “savunma pazarı”ndaki “yöntemi” anlatabilmek için bu “geriye bakış”ı yapmamız gerekiyor.

15 Temmuz Darbe girişimlerinden hemen sonra bylock kayıtlarının silinmesi için paralar alınıp verildiği konuşulan bir vakıadır. Nitekim sonrasında bu “alış-veriş”in sistemli hale geldiğini ve ortaya “FETÖ Borsası” dediğimiz bir alış-veriş mekanizması çıktığı iddialarını artık hepimiz biliyoruz. Bütün bunlar aslında yazının “ikinci bölüm”ünün konusu ama “şöyle bir girizgah yapalım” ve dosyanın içine öyle girelim dedik.

Raporlardaki çete

Küçük not düşelim: Bizim “birinci bölüm” olarak adlandırdığımız bu bölümde okuyacaklarınız, Demir Yumruk Soruşturması içindeki Vergi Müfettişlerinin, soruşturmanın “Karabacaklar Grubu”na yönelik raporlarına ve bu raporlar üzerinden Emniyet’in yaptığı değerlendirmelere dayanmaktadır. Malum, operasyon yapılan üç grup var: Evcil Grubu, Eryılmazlar Grubu, Karabacaklar Grubu. Yazıyı bu gözle okumanızı tavsiye ederiz. Sorularla gidelim ve “cevabı raporların sonunda olan” soruyu başta soralım:

Devletin zararı ne kadar?: 15 milyar 204 milyon 700 bin 89 YTL 22 kuruş. Raporun sonundaki bu tespit, evrakın incelenme süreci devam ettiği sırada yapılmış bir tespit. Bu rakamın halen süren inceleme sırasında gün gün arttığı belirtiliyor. Nitekim Demir Yumruk Soruşturması haberlerini okurken gördüğünüz 25 milyar YTL gibi rakamlar da bu incelemenin ilerleyen bölümlerindeki “tahminlere” dayanıyor. Biz 10 milyar YTL az da olsa “raporlaşan” rakamı paylaşmayı doğru bulduk.

Karabacaklar Grubu’nda çark nasıl işlemeye başladı?: Rapor ve resmi değerlendirmelerdeki iddialara göre, örgütü kuran ve yöneten isim (rapordaki adıyla “koordinatör”), DETAŞ Grup firmalarının sahibi Melih Karabacak… Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Hatay, Kocaeli, Karabük ve Antalya illerinde örgütleniyor. Örgüt içinde 250 firma yer alıyor. Melih Karabacak daha çok “arka planda” duruyor ve talimatları “yardımcılığını” yapan Fatih Öztürk’e veriyor. Mali tablolarında açığı bulunan firmalar Fatih Öztürk’ü bulup, “sahte fatura düzenleme, kapama ve giydirme işlemi yaptırmak için” talepte bulunuyor. Fatih Öztürk, Karabacak’tan aldığı talimatları dört isme iletiyor: Melih Çukurbaş, Murat Yeşilbaş, Zübeyir Yiğit, Eşref Şahin… Herkesin görevi farklı: Örneğin Murat Yeşilbaş, daha çok çeklerin silsile halinde cirolanması ve takibini yürütüyor. Zübeyir Yiğit, “kapama işlemlerinde kullanılan / kullanılacak paraları toplayıp örgütü besliyor”. Erşef Şahin’in görevi ise tüm “mali, parasal, muhasebe ve vekalet işlemlerinin yönetimi”.

Çalışma yöntemleri ne? Raporlar ve Emniyet değerlendirmelerindeki ifadeyle “muazzam bir şekilde kurulan suç örgütü”nün iki çalışma yöntemi bulunuyor. Birincisi: Piyasadan ve özellikle “DETAŞ Grup firmalarından alınan faturasız demir, organizasyon kapsamında kullanılan firmalar üzerinden faturalandırılarak yani piyasada bilinen adıyla giydirilerek” satılıyor. Bu arada bu “giydirme”yi biz demiyoruz raporlar diyor. Raporlara göre çetenin ikinci yöntemi ise “hiçbir mal ve/veya hizmet teslimi yapmadan sahte fatura düzenlemek”. Sahte faturaların komisyon oranları da “firmanın kendilerince sağlamlığına göre % 4 ile % 9 arasında” değişiyor.

Denetimlerden kaçarken kullanılan “dekor” ne?: Aslında ortada çoğunlukla bir alışveriş olmuyor. Demir karşılığı alınmış gibi görünen para bankaya gerçekten geliyor, gerçekten bankadan da çekiliyor. Ama bu para, gönderen firmaya elden iade ediliyor, komisyon alınıp çekiliniyor. Bu iade işlemi paranın, genellikle banka şubesinin dışında bekleyen gönderici firmanın elemanlarına çuvallar ve valizler içinde verilmesi yöntemiyle gerçekleşiyor. Ama bir taraftan da “ticaret yapılıyor” gibi görünmesi gerekiyor. Peki bu nasıl oluyor? Rapor ve Emniyetin değerlendirme notlarından aynen aktaralım: “Bu firmalar ile ilgili ticaret olmaksızın sahte kantar fişi düzenledikleri, kiralık depolar tuttukları, depolarda bulunan malzemelerin satış işlemi görmeyerek sadece dekor amaçlı kullandıkları…” Tespitler böyle devam edip gidiyor.

Firmaların “sabıkalı” yöneticileri kimler? Organizasyon içinde iki tür firma bulunuyor. Birincisi “önemli firmalar”. Bu firmaların yetkilileri, “örgüt içerisinde kan bağının yoğun olduğu ailelerden” seçiliyor. Böylelikle “güvenilir kadrolar” oluşturuluyor. İkinci grupta, “daha az öneme sahip firmalar” yer alıyor. Bu firmaların yetkilileri, “düzenli bir işi / geliri bulunmayan, aynı zamanda sabıka kayıtları da olan kişiler aylık maaş verilmesi karşılığında” seçiliyor. Öyle ki bu kişiler çoğunlukla firmanın bulunduğu illerde de oturmuyor. Maliye bir denetim yapacak olursa firma yetkilisi, firmanın bulunduğu ile çağrılıyor. Ama önce bu kişiler örgütün önde gelen isimlerini ziyaret edip “müfettişlere ne diyecekleri”nin dersini çalışıp müfettişin karşısına öyle çıkıyor.

Siyasetçisiz ve polissiz olur mu?: Elbette olmaz. Bunun için çete zaman zaman polisin yapacağı baskınlardan önceden haberdar oluyor. O sırada bilgisayar harddiskleri formatlanıyor ve hatta harddiskler değiştiriliyor. Bu sırada firmanın olduğu iş merkezlerindeki kameralar devre dışı bıraktırılıyor. Peki haklarında bir soruşturma var mı yok mu bunu nasıl öğreniyorlar? İşte siyaset burada devreye giriyor. Bu takibi daha çok Haşim Burak Solak yapıyor. “Adana’dan Ankara’ya gidip milletvekilinin oğlu ve istihbaratçılar ile görüşüyor, milletvekilinin oğlu konuyu araştıracağını, bir iki gün beklemelerini istiyor.” Okur olarak soracaksınız haliyle kim bu milletvekili. İnanın biz de bilmiyoruz. Rapor ve değerlendirmelerde bu tespit aynen ve sadece “milletvekilinin oğlu” olarak geçiyor.

Yargı kulislerindeki iddialar

Şimdiye kadar anlattıklarımız rapor ve resmi değerlendirmelerdendi. Yazının “ikinci bölümü” olarak tanımladığımız bu bölümde anlatacaklarımız Ankara’daki yargı kulislerinde konuşulanlar. İşte yazının başında neden, yöntem olarak “FETÖ Borsası”ndan söz ettiğimizin önemi de burada çıkıyor. Özellikle “yöntem olarak” dedik, yoksa konumuzun -en azından bizim bildiğimiz kadarıyla ve şimdilik- bir FETÖ boyutu bulunmuyor.

İddia o ki 150 milyar -evet Yeni Türk Lirası ile 150 milyar- lira paranın döndüğü, anlık resmi rakamlarla ve yine Yeni Türk Lirası ile 15 milyar 204 milyon 700 bin 89 YTL 22 kuruş devlet zararının oluştuğu usulsüzlüklere ilişkin soruşturmada ilk hedef; sanıkların önümüzdeki aylarda açılması beklenen davada tahliye ettirilmeleri. Bunun için Ankara’da, bazıları “nüfuzlu” olan avukatlarla 5 milyon, 2 milyon YTL gibi vekalet sözleşmelerinin yapıldığı konuşuluyor. Verilen, söze yakın taahhüt de “tahliye”.

Kulislerde konuşulanlar o kadar çok ki pek çoğu, ünlü “rüşvetin belgesi mi olur p…” sözünü hatırlatır türden. Örnek mi? Soruşturulan üç gruptan birinin önde gelen isimleri aynı cezaevinde, ayrı odalarda kalıyorlar ve Ankara Adliyesi’ndeki önemli isimlerden birine haber yolluyorlar: “Bizi 3 kişilik aynı koğuşa aldırırsanız 200 bin dolar veririz.”

Allahtan ki Ankara Adliyesi’ndeki o “önemli isim”, aracıyı odasından kovuyor.

Anlayacağınız o ki Demir Yumruk Operasyonu önümüzdeki günlerde özellikle “tahliyeleri” ve “suçun vasıf ve mahiyetinin değişme olasılığı”yla daha çok konuşulacak.”

Bu Yazıya Tepki Ver


E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir