Emekli Orgeneral Çetin Doğan, “Davanın sonuçlandırılmasındaki uzamayı” sordu: “Bu gidişle…”

çetin doğan
Abone Ol

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

28 Şubat davası kapsamında tutuklanan 82 yaşındaki emekli Orgeneral Çetin Doğan, Buca Cezaevi’nde mektup gönderdi. Doğan, 28 Şubat tutuklularından 85 yaşındaki eski Korgeneral Vural Avar’ın Sincan F Tipi Cezaevi’nde hayatını kaybetmesinden öne kaleme aldığı yazısında, “Davanın sonuçlandırılmasındaki uzama, kuruma yeni katılanların oryantasyonu/ikna gayretinden mi? Yoksa da… Yargıtay İlamı’nda söz konusu edilen olmayan delillerin nafile araştırmasında mı kaynaklanıyor? Bu gidişle galiba bizlerin ömrü bitmeden Anayasa Mahkemesi’nde hakkımızda sürdürülecek meşveret bitmeyecek” dedi.

Sözcü yazarı Aytunç Erkin bugünkü yazısında Çetin Doğan’ın mektubuna yer verdi. Erkin, “Mektup uzun ve bir o kadar da ders niteliğinde! Her gün 10 komutan ölüme yatıyor ve Fetullah’ın sahte belgeleriyle hapis yatan komutanlar sırasını bekliyor” görüşünü ifade etti.

Çetin Doğan’ın mektubu şöyle:

Yirmi yıldır devam eden mevcut yönetimden yaşamımın sonbaharında bize düşen pay, on iki yıldır düzmece, kumpas davalarla boğuşmak ve de bu sürenin yarısına yakınını parmaklıklar ardında geçirmek oldu. Buna rağmen adaletin mülkün temeli olmaktan çıkarak zulmün aracı olduğu günümüz Türkiye’sinde onca can alıcı sorular, gelişmeler yaşanırken mektubumda salt kişisel yakınmalara girmeyi pek içime sindiremiyorum. Bu nedenle kamuoyuna pek yansıtılmamış yüksek yargıda yaşanmış skandal niteliğinde iki olguyu, tarihe not düşmek adına özetlemek istiyorum.

Önce son yirmi yılda ülke ve toplum olarak savrulduğumuz, yaşamak zorunda kaldığımız koşulların nasıl oluşturulduğunu birkaç cümle ile de olsa hatırlatmak uygun olacaktır. Bu konuda Aziz Nesin’in “Ah Biz Eşekler” fıkrası ilham verici bir örnektir. Fıkra eşekler dünyasında yaşanan aymazlıkların dik alasını ve bunun acı sonucunu anlatır. Bu fıkra, ülkemizin yakın tarihinde yaşananlarla büyük benzerlikler taşır.

Türk toplumunu bugünlere getiren aymazlığın taşları her ne kadar 1940’lı yılların sonlarında döşenmeye başlamış ise de toplumsal yapı ve düzenimizin çağın dışına savrulması son 20 yılda gerçekleşmiştir.



İktidarı ele geçirenler bunu başarabilmek için gereksinim duyduğu bağlaşık güçleri bulmakta önceden yollar döşediği için hiç zorluk çekmemişlerdir. Bu bağlamda en önemli katkıyı Aziz Nesin’in fıkrasında yer alan kendini beğenmiş, burnu havada, ileri zekalı (!) eşeklerin işlevini ülkemizde tescilli ‘Numaracı Cumhuriyetçiler’ bihakkın yerine getirmişlerdir. Bunun sonucunda anayasal düzenimizde adım adım gerekli değişiklikler yapılarak adalet mülkün temeli olmaktan çıkmış, iktidarın elinde, emrinde bir silah olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Bu süreçte yaşanmış olanlar tazeleğini koruduğu ve hala yaşanmaya devam ettiği için ayrıntıyı girmeye gerek yok sanırım. Sonuçta bugün ulaşılan noktada toplumsal düzenimiz haklar ve özgürlükler açısında ne yazık ki II. Meşrutiyet’in 1909 yılında Osmanlı Devlet düzenine getirdiği meşruti saltanat düzeninin bile gerisine savrulmuştur. Bu noktada yukarıda söz konusu ettiğim adaletin pür melali bağlamında yaşadığımız öyküyü anlatmaya geçelim.

Geçen yılın başlarında Yargıtay’da yapılan yeni üye atamalarından bir süre sonra yandaş medyada kumpas davasına ilişkin bir hareketlilik başlamıştı.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde yeni oluşturulan heyeti Haziran 2021 ayı içerisinde birbiri ardından skandal iki ilam (iddianame) yayımladı.

Tarih sırasına göre özetlemeye çalışayım.

Öncelikle 16. Ceza Dairesi’nin söz konusu görevi tamamladıktan sonra lağvedildiğini, bütün dosyaların Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne devredildiğini de belirteyim.

Söz konusu dairenin ilk yayımladığı ilam Balyoz kumpas davasına ilişkin olanıdır. Hatırlanacağı gibi iktidarla hizmet erbabının paylaşım kavgası ile yollar ayrılınca iktidar sözcüleri tarafından “Milli Orduya Kumpas” açıklaması yapıldı. Sonra Anayasa Mahkemesi davada hak ihlalinin varlığına hükmetmişti. İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülen davada, 31 Mart 2015 tarihinde bütün sanıklar için beraat kararı verilmişti. Bu karar mahkemenin savcısı tarafından değil yukarıdan alınan talimatla İstanbul Başsavcı Vekili tarafından temyiz edilmişti. Temyiz dosyası altı yılı aşkın süre sonra Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 14 Haziran 2021 tarihinde ben dahil yedi kişi için bozma ilamlı yayınladı.

Bozma ilamında suçun vasfı değiştirildi. Yedi kişinin Ordu plan seminerde yapılan konuşmalardan, sunumlardan “TC. Hükümetini Cebren Iskat Etmek İçin Anlaştıkları” iddia edildi. Ayrıca 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde gördüğü eksiklikleri işaret etti. Bu bağlamda en önemli eksiklik olarak, mahkemede dönemin Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanlarının tanık olarak dinlenmediklerini ayrıca dijital belgelerdeki çelişkilerin giderilmesi için yeni bilirkişi tayin etmesi gerekirken buna lüzum görülmediği iddia edildi.

Söz konusu iddialar mahkemenin verdiği kararın gerekçelerini hiç okumadan bozma ilamının kaleme alındığını kanıtlamaktadır.

“İddialar tamamen TSK’ya kumpas kurulduğu dönemde ‘Hizmet erbabının’ ve yandaş medyada yer alan iftiralara dayanmaktadır”

İddialar tamamen TSK’ya kumpas kurulduğu dönemde “Hizmet erbabının” ve yandaş medyada yer alan iftiralara dayanmaktadır.

Yedi kişi suç için aralarında anlaşma yaptıkları konuşmalarda, seminer salonunda 162 kişinin hazır bulunduğu mekanda geçmektedir. Bu personel arasında Genelkurmay Başkanlığı’ndan ve kuvvet karargahlarından on beş gözlemci general/subay bulunmaktadır. Tanık olarak dinlenen bu kişiler konuşmalarda rutin plan çalışması dışına çıkılmadığını, çıkılsaydı mutlaka fark edileceğini belirtmişlerdir.

Esasen seminerde yapılan bütün tartışmalar benim emrimle kayda alınmış olup dava dosyasında konuşmaların çözümü bulunmaktadır. Balyoz davasında sanıklara ceza yağdıran kapatılan 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde sadece sahteliği kanıtlanmış ‘Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın” seminerde prova edildiği iddiasında bulunmuştur.

Hiçbir somut kanıta dayanmayan Yargıtay İlamı uyarınca yeniden başa dönülen davanın ilk duruşması 22 Ekim 2021’de başlamıştır. Şimdiye kadar dört duruşma yapılmasına rağmen davada bir arpa boyu ilerleme kaydedilememiştir.

Bunun nedeni önce duruşma savcısının ardından mahkeme başkanının ve de büyün heyetin değiştirilmiş olmasıdır. Sadece davaya bakmak üzere özel savcı atanmıştır.

Son duruşma tarihini 5 Eylül 2022 olarak belirleyen mahkeme başkanı değiştirildiği için ve yeni başkanın da izinli olduğu bildirildiğinden belirtilen tarihte esasa ilişkin duruşma yapılamamıştır. Duruşma 23 Ocak 2023 tarihine ertelenmiştir.

Görevini tamamladıktan sonra lağvedildiğini belirttiğimiz Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin yayımladığı diğer ilam (30 Haziran 2021) 28 Şubat Davası’na ilişkin yerel mahkemenin verdiği kararı on dört emekli subay için onanmasıdır.

İlamda yer alan çarpıcı bir iki nokta

Ayrıntıya girmeye gerek görmeden ilamda yer alan çarpıcı bir iki noktayı ortaya koymakla yetineceğim. 

İlam büyük ölçüde ülkemizdeki saygın ceza hukukçularının kitap ve makalelerinden alıntılarla bezenmiş. Yazarının kastının tam aksini çarpıtarak yorumlayan ifadeler yer almaktadır.

Avukatın Aykanat Kaçmaz, Anayasa Mahkemesi’ne söz konusu çarpıtmayı iletmiştir. Yargıtay İlamı’nda en can alıcı nokta aşağıda alıntısını yaptığımız paragrafta yer almaktadır. Kanıta değil ön yargılı kanaate dayanan bu paragrafta olmayan bu nedenle de ortaya konamayan kanıtların varlığından söz edilmektedir:

“… Gerek ilgili kurumlarla yapılan yazışmalar, gerek hukukiliği hususunda tartışma bulunmayan yazılı delillerle, beyan delilleri tarafından teyit edilen olgusal temellere dayanan ve esas itibariyle belirleyici delil niteliğinde bulunmayan 5 No’lu CD’nin dolaylı olarak hükme esas alınmasının, yargılamanın genel olarak adil/dürüst icra edildiği niteliğini değiştiremeyeceğinin kabulü gerekir…”

“Yargıtay İlamı’nı kaleme alanların dava dosyasını tam incelemedikleri ya da aceleden incelemeye vakit bulamadıklarını kanıtlamaktadır”

Bu ifadeler gerçeği yansıtmamaktadır. Ayrıca Yargıtay İlamı’nı kaleme alanların dava dosyasını tam incelemedikleri ya da aceleden incelemeye vakit bulamadıklarını kanıtlamaktadır. Gerek Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ve gerekse İstinaf Bölge Mahkemesi’nin verdikleri kararları sadece CD5’te yer almış imzasız, sahteliği kanıtlanmış, taranarak CD5’e yüklenmiş dijital belgeler üzerinden verdiği bilinmektedir.

“Kanıt olarak sunulan sahte ve de tahrif edilmiş bütün belgelerin üzerinde ‘Evrak Güvenlik Numarasının’ kaşelenmesi de sahteliği ortaya koymaktadır”

Yargıtay İlamı’nda söz konusu edilen diğer kurumlarla yazışmalar, hukukiliği konusunda tartışma bulunmayan yazılı delillerle, beyan delilleri, dava dosyasında bulunmamaktadır. Muhtemelen söz konusu ilamı kaleme alanlar bu iddiaları TSK aleyhine yapılan kumpaslardan derlemiş olabilirler. CD5’te yer alan dijital belgelerin sahteliğini de bilirkişi raporları kanıtladı. Bunun dışında atılı suça kanıt olarak sunulan sahte ve de tahrif edilmiş bütün belgelerin üzerinde “Evrak Güvenlik Numarasının” kaşelenmesi de sahteliği ortaya koymaktadır. Dava dosyasında Genelkurmay Başkanlığı’ndan aldığımız belge Genelkurmay mahreçli gizlilik taşıyan bütün belgelerin numaratör ile kaşelenmesine 5 Kasım 2002’de başladığını kanıtlamakta. Oysa atılı suça kanıt olarak ileri sürülen CD5’e kayıtlı belgeler 1997 yılına aittir. Kumpası kuranlar, uygulamanın tarihini araştırmadan belgeleri kaşeledikleri anlaşılıyor.

“Davanın sonuçlandırılmasındaki uzama, kuruma yeni katılanların oryantasyonu/ikna gayretinden mi?”

Son olarak Anayasa Mahkemesi’nde sürdürülen davaya ilişkin çok önce yazdığım açık mektuba bazı ilaveler yapmaktan kendimi alamayacağım. Davanın sonuçlandırılmasındaki uzama, kuruma yeni katılanların oryantasyonu/ikna gayretinden mi? Yoksa da yukarıda alıntısını yaptığım Yargıtay İlamı’nda söz konusu edilen olmayan delillerin nafile araştırmasında mı kaynaklanıyor?

“Bu gidişle galiba bizlerin ömrü bitmeden Anayasa Mahkemesi’nde hakkımızda sürdürülecek meşveret bitmeyecek”

Bu arada Katip Çelebi’nin anılarında yer alan ‘Huzur Sohbetleri’ gibi bir meşveret (Meşveret Meclisi/Önemli konuların konuşulduğu danışma meclisi) yaşanıyor olabilir mi? Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nde önde gelen din adamları Ramazan ayında, padişah efendimizin de izlediği ‘Huzur Sohbetleri’ de denen toplantılar yaparmış.

En önemli gündem maddelerinden birisi çoğu zaman (Biz Hz. Muhammed ümmetinden miyiz yoksa Hz. İbrahim ümmetinden miyiz) sorusu oluştururmuş. Sohbetlerin değişmez gündeminde mutlaka Kuran-ı Kerim’in Bakara Suresi olurmuş. Katip Çelebi bu konuda (Ramazan biter fakat Bakara bitmez) diye not düşmüş. Bu gidişle galiba bizlerin ömrü bitmeden Anayasa Mahkemesi’nde hakkımızda sürdürülecek meşveret bitmeyecek.

Bu Yazıya Tepki Ver


E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir