Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu, yazısında Adnan Oktar cemaatinin Süleyman Soylu’nun telefonlarını dinlediğini ve ellerinde 23 sayfalık konuşma kaydı olduğunu ifade etti.
Terkoğlu’nun bugünkü yazısı şöyle:
“Bir kocamanlar var. Bir de kodamanlar. Biz hep kocamanları konuşuyoruz. Kodamanlar ise beraber yürümeye devam ediyor.
TCDD’ye genel müdür olarak atanan Abdülkerim Murat Atik’in Adnan Oktar’ın müridi olduğunu ilk kez burada okudunuz. Grubun parasının da silahının da kaynağı belgelere göre, oydu.
Skandallara müdür dayanmıyordu. Atik, 10 gün sonra “görevden affını” istedi. Her şerde bir hayır vardır derler ya. Bu da bir işe yaradı. Ülkenin stratejik kurumunun aslında Adnan Oktar cemaatini finanse etmek için kullanıldığını görmüş olduk.
Hatırlayın…
Atik, genel müdür olmadan sadece beş ay önce, TCDD ile 40 milyon Avro’luk özelleştirme sözleşmesi imzalamıştı. Üstelik anlaşmayı yapan şirketi Sun Grup, Oktar Grubu’na yönelik davada dosyaya girmiş, Atik’in telefonu takibe alınmıştı. Yani polisin izlediği şirkete, devlet özelleştirme ihalesi vermiş, yetmemiş sahibini TCDD’nin başına getirmişti.
Meğer bu kadar değilmiş. TCDD eskiden beri Oktarcıların finans kaynağıymış.
Nasıl mı?
Hani son dönemde Sedat Peker’in sözleri sayesinde limanları tartışıyoruz ya. Limanlarda yaşanan tuhaflıklar aslında çok eskiye dayanıyor. Sizi 2004 yılına götüreyim. TCDD, o yıl 15 Temmuz’da, İzmir Limanı’nın yükleme ve boşaltma işini, ihalesiz bir şekilde iki şirkete verdi. Bu iki şirket, Reha Denizcilik ve RADEM Lojistik’ti.
İhale olsa bu şirketler asla bu işi alamayacaktı. Çünkü biri 13 Temmuz, öteki 14 Temmuz’da kurulmuştu. Çiçeği burnundaki iki şirketin ortak bir noktası daha vardı. AKP’li siyasetçi Rahmi Genç, iki şirketin de ortağıydı.
Her yıl on milyonlarca dolarlık iş yapan, Türkiye’nin en kârlı limanlarından biri olan İzmir Limanı, belli ki siyaset aracılığıyla, ballı sözleşmeyle, 15 yıllığına “birilerine” teslim edilmişti. Liman gelirinin yüzde 80’ini şaibeli şirketin aldığı akıl almaz sözleşme, o yıllarda kamuoyunu ayağa kaldırdı. İktidar sıkıştı. TCDD iptal kararı aldığını açıkladı. Rahmi Genç, Reha Denizcilik’in ortaklığından ayrıldığını açıkladı.
Gelgelelim, mahkemeye düşen iptal davası yıllarca sürdü. 22 Ocak 2010 tarihli haberde, yılan hikâyesine dönen olay şöyle anlatılıyordu: “TCDD’nin kararı üzerine mahkemeye giden Reha Denizcilik, beş yıl sonra fesih kararını iptal ettirmeyi başardı.”
Peki, TCDD’nin Rekabet Kurumu’nu ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nı bile devre dışı bırakarak ihalesiz liman verdiği Reha Denizcilik’in asıl sahibi kim? Zor değil, o dönemin haberlerinde bu da yazıyor: Hasan Basri Güner.
O kim mi? Daha önce adını bu köşede okudunuz. Abdülkerim Murat Atik’in ortağı. 1999 yılında Oktar Grubu’na yapılan operasyonda tutuklanan mürit. Güner, 2008 yılındaki son yapılan operasyondan kaçarak kurtuldu. Bugün Çin’de firari bir hayat sürüyor.
Anlatılana göre, İzmir ihalesi ona öyle para getirmişti ki… Güner, gruba iki valiz dolar ile geldi.
Güner’in Oktar’ın müridi olduğu gizli bir bilgi de değil. Bir zamanlar onu anlatan haberler medyada yer almıştı. Ancak Güner’in gruptaki görevi yazılıp çizilmedi. Güner, grupta “montaj-dublaj” ya da “kaset-maset” işlerinden sorumluydu.
1999 yılındaki operasyonda, Güner’in işi şöyle anlatılıyordu:
“(Kasetler) hazırlanır. Sanık Hasan Basri Güner’e verilir. Hasan Basri Güner bu kasetleri Adnan Oktar’a teslime eder. Bu kasetler, ileride gruptan çıkmak isteyen veya sağda solda konuşan kızlara tehdit unsuru olarak kullanılmak üzere muhafaza edilir.”
Güner de kendi ifadesinde çektiği cinsel içerikli kasetlerin ne işe yaradığını açıkladı:
“(Adnan Hoca) bu görüntülerin çekilmesi halinde bu kadınların aleyhimizde konuşamayacaklarını, bunları sır gibi saklayacaklarını söyledi. Bu aşamada bir kardeş, düşman olduğumuz, bizi sevmeyen, bizi çekemeyen kişi veya grupların da bu şekilde gizli olarak uygunsuz görüntü alınmasının, bu şahısların bizim hakkımızda olumsuz sözlerini durduracağını, konuşmaları halinde bu görüntüleri kamuoyuna sunarak, ‘işte bu insan böyle bir insandır’ mantığını yaratıp ‘biz de o şahsın nasıl bir insan olduğunu gösterebiliriz’ dedi. Adnan Hoca onu kabul etti. Bunun üzerine benim mesleğim ve eğitim durumum elektronik ve elektrik yüksek mühendisi olduğu için bana bir ekip kurmam talimatını Adnan Oktar verdi.”
Gerçekten de Hasan Basri Güner’in dinleme kayıtlarında pek çok ünlü isme karşı yapılan montajlı kumpasların izleri çıktı. Grubun hedefindeki gazeteciler ve politikacılar kimi gizli çekim, kimi montajlı görüntülerle kamuoyu önünde küçük düşürülüyordu. İşte bu işlerin sorumlusu Hasan Basri Güner’di.
Bu kadar değil…
Grup bu işlerde, elindeki imkânlarla ya da telefon şirketlerindeki adamlarıyla yaptığı yasadışı dinlemeleri de kullanıyordu. Çok ilginç, 1999 yılında, gruba yapılan operasyonda bir dizi ismin dinleme arşivi çıktı. O listede bugünün ünlü bir siyasetçisi vardı: Süleyman Soylu.
Eski Emniyet Müdürü Adil Serdar Saçan’ın imzaladığı; Mehmet Ağar, Celal Adan, Hayri Kozakçıoğlu gibi isimlerin dinleme kayıtlarının grupta yakalandığının anlatıldığı belgede şu yazıyor: “Süleyman Soylu’ya ait 23 sayfa konuşma detayları.”
Tuhaf olay bize AKP iktidarının durumunu gösteriyor…
1999 yılında Adnan Oktar Grubu’nun telefonlarını dinlediği Süleyman Soylu, bugün içişleri bakanı oldu. Ne ilginçtir ki Adnan Oktar Grubu’nun en samimi olduğu, zaman zaman ziyaret ettiği, polisin operasyon yaptığı sabah bile irtibat kurduğu, Oktar’ın cezaevinden mektup yazdığı bakan da Süleyman Soylu’nun ta kendisi.
Bu tuhaf tablo içinde siyasi iktidar, dinleme, izleme, kaset işleri yapan Hasan Basri Güner’e de TCDD’nin en kârlı ihalelerini sıra dışı şekilde verdi. Yetmedi, TCDD ihalelerinin ardından TCDD’yi de gruba sundu. Bu şekilde Oktarcılara bizzat AKP’li siyasetçiler eliyle finansal kaynak yaratıldı. Ankara Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere, belediye otobüsleri reklamları bile AKP’li başkanlar tarafından gruba maddi destek için aktarıldı. İkinci “ne istediniz de vermedik” tablosunda, Oktarcıları finanse eden ve devletin merkezine taşıyan AKP iktidarı, yıllar sonra yine başkalarını suçladı. Kedicikler hapse doluşurken, kodamanlar işlerini yürütmeye devam etti.
Bir deniz kenarında bankta oturduk. Suya ağ atmış tekneleri izliyoruz. Su mu, çırpınan balık mı, yoksa nasırlı eller mi? Hangisi yaşadıklarımızın sorumlusu diye düşünürken arkadan gemiler geçiyor. Biraz uzağa odaklansak yükün sahiplerini istemesek de göreceğiz.”