Akşener: “Biz artık bir siyasi partiyle mücadele etmiyoruz, kötülükle mücadele ediyoruz”

meral akşener
Abone Ol

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yaptığı grup toplantısında tarihe yazılmış kadın mücadelelerine değindi, “Siz iktidardakilerin, uyduruk erkek egemen diskurlarına bakmayın. Türk kadının verdiği mücadele, belki de dünyanın başka hiçbir yerinde görülmedi” diye konuştu. “Bu ülkenin kadının ayağının altını öpmelisiniz kereste adamlar! Utanmadan sıkılmadan hiçbir şeyi hak etmediğimizi söylüyorsunuz. Bu ülkenin kadını her şeyi hak etti” diyen Akşener, “Bileğinin yüreğinin gücü ile hak etti. Tercihlere zorlanmasıyla hak etti. Ve ailesini ülkesini milletini sağ ve ayakta tutmasıyla gösterdiği gayretle hak etti. Bunu söyleyenler o kadınların bu ülke için verdiği emeğin fitresini karşılayamazlar. Zekatı fazla gelir” dedi.

Akşener, “Tesettürü ile uğraşılmayan, bedeni ile sömürülmeyen, her adımda arkasını kollamayan, durakta lambanın soğuk ışığına sığınmayan, boşandığında dul ağladığında hor görülmeyen market rafından aldığını gizlemeyen, kendi ayakları üstünde dağ gibi duran kadınlara alışacaksınız. Hiç boşuna uğraşmayın isteseniz de istemeseniz de alışacaksınız” diye konuştu.

Zeytinliklerin maden sahasına dönüştürülmesine izin veren yönetmelik üzerinden Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan‘a yüklenen Akşener, “Hani, ‘Nass’ vardı? Ne oldu Nass’a? Bu zalimliğe yol verirken, Sure-i Tin hiç mi aklına gelmedi? Bu talanı, bu kaçak, bu hukuksuz kararı imzalarken, hiç mi vicdanın sızlamadı? ‘Bir tek yüzüğüm var’ dediğin fakirlik günlerinde sofranda bulunduğunda mutlu olduğun zeytin tanelerinin hiç mi hatırı yoktu da imzayı basıp zeytinlikleri gözü dönmüş rantçıların yağmasına açtın? Yazıklar olsun” ifadelerini kullandı.

Erdoğan için, “artık milletin değil, rantçıların adamı” diyen Akşener, “Onun için bugün gelinen noktada biz artık bir siyasi partiyle mücadele etmiyoruz. Biz, artık kötülükle mücadele ediyoruz. Bu mücadele artık, iyiyle kötünün, hakla batılın, haklıyla zalimin mücadelesi. O sandık, er ya da geç gelecek. Ve o sandık geldiğinde, biz de bir seçim yapacağız. Bu seçim, sadece Cumhurbaşkanını veya milletvekillerini belirleyeceğimiz, bir seçim olmayacak. Bu seçim helal ile haram arasında olacak. Bu seçim, millet iradesi ile rantçı vesayeti arasında olacak” sözlerini kaydetti.

Akşener konuşmasının sonunda  8 Mart dolayısıyla salondaki kadınlarla selfie çektirdi.

 



Akşener’in açıklamaları şöyle:

“Biliyorsunuz, Bay Kriz ve arkadaşlarının en büyük özelliği, beceriksizliklerinin sorumluluğunu, asla kabul etmemeleridir. Kendilerinden başka, herkes ve her şey, herhangi bir konudaki kötüye gidişin, sorumlusu olabilir. Bir tek kendileri, “Ak” kaşıktır… Bunun psikolojik çözümlemesine, hiç girmeyeceğim, sonra mahkemelik oluyoruz… Biliyorsunuz, Bay Kriz’in beceriksizliğinin son yansıması, enflasyon. Milletimiz uçan fiyatlar, gün aşırı gelen zamlar, astronomik faturalar altında, çile çekiyor. Bu arkadaşlar da bir süredir enflasyon canavarının sorumluluğunu atacak bir şey arıyorlar. Her hafta, başka bir sorumlu uyduruyorlar, ama bir türlü tutunamıyorlar. Nitekim, son olarak, “Dünyada enerji fiyatları yükseliyor, o yüzden enflasyon yüksek.” demeye başladılar.

Ne var ki bu, fütursuzca uydurulmuş, koskoca bir yalan. Belli ki artık, söyleyecek yalanları da kalmamış… Kardeşim; Başka ülkeler, enerji ithal etmiyor mu?  Sadece biz mi, enerji satın alıyoruz?  Dünyadaki ülkelerin, en az yarısında, yıllık enflasyon, bizim aylık enflasyonumuzdan, daha düşük. Bir tek, Venezüella, Sudan, Surinam ve Zimbabve’de enflasyon bizden yüksek… İşte size, Bay Kriz’in üstün ekonomi politikalarının sonucu. Surinam’la, Zimbabve’yle rekabet eden Türkiye… Gerçekten ibretlik.”

Tarım Bakanı’nın görevden affı: Yıldızlar kadrosundan bir üstün liyakatli yıldız daha bir gece ansızın sessizce kaymış oldu

“Geçen hafta, “fakir köylü Hatçe kadına, ırgat Süleymana düşman” olan Tarım Bakanı,  görevinden, “affedildi”.  Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin zamanında, öve öve bitirilemeyen yıldızlar kadrosundan bir üstün liyakatli yıldız daha bir gece ansızın sessizce kaymış oldu. Yurt genelinde çiftçilerimiz, bu arkadaşımızın “affını” gayet anlaşılabilir bir coşkuyla karşıladı. Neden mi? Gelin Sayın Bakan’ın performansına, birlikte bakalım.”

Yeni Tarım Bakanı’na çağrı

“Mazot 20 lira. Gübrenin kilosu, en az 10 lira. Yemin kilosu, 5 buçuk lira. Silaj 1, kuru yonca, 2 buçuk lira. Çiftçilerimizin, bankalara ve finans kurumlarına borcu, 178 milyar lira. Piyasa borçlarını da katarsak, 228 milyar lira. Süt/Yem paritesi, tarihte ilk defa, 1’in altına düşmüş. Piyasada, en az 70-75 lira olan, karkas kırmızı et kesim fiyatı, Et ve Süt Kurumu’nda, hala 55-60 lira. Damızlık inekler, düveler kesime gidiyor. Kurban’da 100 malı olan çiftçinin, bugün 50 malı yok. Hayvancılık işletmelerinin birçoğu ya boş ya da yarı kapasite çalışıyor. Çiftçiden, 2 lira 25 kuruşa alınan buğday, neredeyse 6 liraya ithal ediliyor. Kışın ortasına gelmişiz, hala Buğday ihtiyacı karşılanmamış. Ayçiçek yağı kuyrukları da artık ülkemizin acı bir gerçeği… İşte size, üstün liyakat nişanını hak eden, bir bakanlık performansı. İşte size, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin, tarımda oluşturduğu enkazın ibretlik resmi. Yazıklar olsun. Buradan, tarımdaki bu enkazı devralan yeni bakana, hayırlı olsun diyor,  Kendisini, acilen bazı adımları, atmaya davet ediyorum:

Sayın Bakan çiftçinin, kışlık ekim için kullanamadığı gübreyi, hiç olmazsa, bahar gübresi olarak kullanabilmesi için ihtiyacı olan gübrenin, yarısını karşılayın. Tarım Kredi ve bankalarda, yapılandırması yapılan çiftçilerin, üretimde kalmalarını sağlayın. Bunun için sicil affı dahil, ödedikleri kadar, yeni işletme kredisi almalarının, önünü açın. Her ne kadar, 2021 hak edişleri için konulmuş olsa da ekim-dikim-üretim sezonu öncesi, 2022 toplam destekleme tutarının, en az yarısını avans olarak ödeyin. Yani, en geç Nisan sonuna kadar, 29 milyar liranın yarısını ödemiş olun. Kalan kısmını ise, en geç Ekim ayında ödeyeceğinizi duyurun. Çiftçilerin kullanacağı mazottan, hiç olmazsa bu yıl için, vergileri kaldırın. Böylece mazot fiyatını, yarıya düşürmüş olun.”

“Üretici düşmanı Bakan’ın ’66 adımda Türk Tarımı’ isimli kitabını sabırsızlıkla bekliyorum”

“Bu vesileyle sayın üretici düşmanı Bakan’a hayatta başarılar diliyor aynı, ziyadesiyle feyz aldığı, eski Damat Bakan’ın yaptığı gibi yandaş yayınlardan çıkaracağı, “66 adımda Türk Tarımı” isimli kitabını, sabırsızlıkla beklediğimi, huzurunuzda ifade etmek istiyorum.”

“Bu talanı imzalarken hiç mi vicdanın sızlamadı?”

“Geçen hafta, bu ajandaya zeytinlikleri almışlar. Bunun sonucunda da zeytinlerimizin talan kararnamesi, bütün yasa ve yetkiler çiğnenerek, anında önümüze konuverdi.  Sayın Erdoğan; Hani, “Nass” vardı? Ne oldu Nass’a? Hazreti Nuh’un gemisine konan güvercinin ağzında, zeytin dalı var. Yüce Rabbim Kuran’da, o ağaç üstüne yemin ediyor. Bu zalimliğe yol verirken, Sure-i Tin hiç mi aklına gelmedi? Bu talanı, bu kaçak, bu hukuksuz kararı imzalarken, hiç mi vicdanın sızlamadı? “Bir tek yüzüğüm var” dediğin fakirlik günlerinde sofranda bulunduğunda mutlu olduğun zeytin tanelerinin hiç mi hatırı yoktu da imzayı basıp zeytinlikleri gözü dönmüş rantçıların yağmasına açtın? Yazıklar olsun.”

“Fesüphanallah…”

“Bunlarda hiç utanma kalmadığı için, formülleri de hazır. Neymiş efendim, madeni çıkardıktan sonra, ağaçları yerine dikeceklermiş. Fesüphanallah… Şu zihniyete bir bakar mısınız? 300 senelik, 500 senelik, ekolojik mucizeyi topraktan sökecekmiş sonra da yerine takacakmış… Mübarek, sanki vida söküp, vida takıyor. Ne diyelim, Allah ıslah etsin. Bir de bu arkadaşların değişik bir huyu var; Ne zaman, yanlışlarına dikkat çeksek “Bunlaaar, Türkiye’nin zenginleşmesine karşı.” diyorlar. Üstelik bunu, böyle bir zenginliği, vicdansızların eline bırakırken demeye de zerre utanmıyorlar. Hatta üzerine bir de “Zeytinci para mı kazanıyor?” diye soruyorlar.”

“Rahmetli Erbakan hocanın deyimiyle, sizi gibi beton kafalılar sizi”

“Zeytinci kazanamıyorsa, sen utanacaksın, sen! Bunu soracağına; “O ağaçlar gerçek birer hazine.” diyeceksin. İlla soracaksan; “Üretimde, 1 buçuk milyon tonla, dünyada dördüncü ülkeyiz. Neden İtalya kadar, neden Yunanistan kadar kazanamıyoruz?” diye soracaksın. Maalesef, aklı fikri inşaat olanların, betonarme zihinlerin bunu anlamasının imkanı yok. Rahmetli Erbakan hocanın deyimiyle sizi gibi beton kafalılar sizi.”

“Biz artık bir siyasi partiyle mücadele etmiyoruz, kötülükle mücadele ediyoruz”

“Bu saray çok acayip bir yer. Adeta, masalsı bir dünya… Mesela, geceleri gelen rantçıları var. Aynı diş perisi gibi, sarayın da rant perileri var. Çünkü bu periler biliyor ki Sayın Erdoğan, geceleri elinde kalemle bekliyor. “Geçerken uğradık, şöyle bir rantımız var.” diyene, basıyor imzayı… Ancak gariptir, O kalemi bir gün de milletin menfaatine kullanmayı akıl etmiyor, edemiyor. Çünkü bu arkadaşımız artık milletin değil, rantçıların adamı. Onun için, bugün gelinen noktada biz artık bir siyasi partiyle mücadele etmiyoruz. Biz, artık kötülükle mücadele ediyoruz. Bu mücadele artık, iyiyle kötünün, hakla batılın, haklıyla zalimin mücadelesi.”

“Bu seçim helal ile haram arasında olacak”

“Şimdiden ilan ediyorum; o sandık, er ya da geç gelecek. Ve o sandık geldiğinde, biz de bir seçim yapacağız. Bu seçim, sadece Cumhurbaşkanını veya milletvekillerini belirleyeceğimiz, bir seçim olmayacak. Bu seçim helal ile haram arasında olacak. Bu seçim, millet iradesi ile rantçı vesayeti arasında olacak. Ez cümle;  bu seçim, iyi ile kötü arasında olacak. Ve o gün geldiğinde, İyiler mutlaka kazanacak!”

“Yeni yokluğumuz: İlaç yokluğu”

“İşte size, milletimizin sağlığını her geçen gün daha fazla tehdit eden yeni yokluğumuz: İlaç yokluğu… Bakın, artık her yıl, ilaç yokluğuyla karşılaşıyoruz. Vatandaş, eczacıyı suçluyor.  Eczacı, ilaç firmalarını suçluyor. Firmalar, döviz kurunu suçluyor. Döviz kurunun dili olsa da konuşsa… Ama, suçlu kim olursa olsun günün sonunda olan hasta yatağında ilaç bekleyen insanlarımıza oluyor… Yanlış yürütülen, ilaç ve geri ödeme politikaları vatandaşlarımızın en kritik hastalıklarda ilaçsız kalmasına neden oluyor.

Gelin, işin iç yüzüne, birlikte bakalım: İlaç fiyatları da tıpkı akaryakıt gibi elektrik gibi dövize bağlı olarak belirleniyor. Fakat arada bir fark var:14 Şubat’ta, ilaç üreticilerimize, “İlaç fiyatlarını belirlerken,1 avroyu, 6 lira 29 kuruş kabul ediyorum. Ona göre fiyatınızı belirledim. Ya bu fiyata satarsınız ya da bu fiyata satarsınız!” dendi. Şu işe bakar mısınız? Gerçek kur, 16 lirayı aşmış bunlar, 6 liradan hesap yapıyor. Madem öyle; Buradan iktidara, bir teklifte bulunmak istiyorum. Madem devlet olarak ilaç alırken Avro’yu 6 lira 29 kuruş kabul ediyorsunuz, o zaman akaryakıt fiyatlarında da elektrik fiyatlarında da şu meşhur 5 müteahhidinizin, garantili işlerinde, köprülerin de yollarında da Avro’yu 6,29 liraya sabitleyin. Buyurun, hodri meydan.”

“Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü… Kutlu olsun”

“Bugün bol miktarda, sahte gülüşler göreceğimiz hamasi sözler duyup içi boş vaatler dinleyeceğimiz bir gün… Bugün her dakika, her saat, her gün yaşanan acı gerçeklerimizin sadece bir günlüğüne hatırlanacağı gün… Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü… Kutlu olsun.

Bugünün hikâyesini biliyor musunuz? 8 Mart 1857’de New York’taki bir tekstil fabrikasında, dokuma işçileri, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için, greve başlar.  Bu grev sırasındaki çatışmalar sonucunda, yangın çıkar ve 120 kadın işçi, fabrikada kilitli kaldığı için, yangında hayatını kaybeder. Bu olaydan yıllar sonra da 8 Mart’ın, Dünya Kadınlar Günü olarak anılması, kabul edilir. 8 Mart’ın kökü, işte bu olaya dayanır. Yani, bugünün kadınlara atfedilmesinin sebebi bile esasında bir hak arayışını, bir mücadeleyi ve bir acıyı işaret eder.  Peki sizce kadınların yaşadığı, ön yargılar, ön kabuller ve baskılar, dünyanın her yerinde aynıyken verilen mücadeleler farklı mı? Elbette değil… Modern tarihe baktığımız zaman kadınları sürekli olarak, bir şeyler için mücadele ederken görürüz.”

“Birçok erkeğin ılıman iklim meyvesi gibi her mevsim çiçek dağıtmasının aksine adeta, sert ve soğuk iklimlerde ayakta kalan, bir çınar gibi, karakterli ve dimdik durdular”

“Mesela, aydınlanma ile birlikte, yapılmaya başlanan insan hakları tartışmalarında, kadınlara pek yer yoktu. İnsan denilen varlık, erkekle bir tutuluyordu. Yani söz konusu olan hep ya erkek haklarıydı, ya da cinsiyetsiz haklardı. Kadınlar sanki, biyolojik olarak farklı korunması, kollanması ve idare edilmesi gereken ayrı bir tür olarak kabul ediliyordu. Kadınların ilk savaşı işte tam olarak burada başladı. Önce kendilerini, insanlık ailesinin bir parçası olarak, kabul ettirmek zorundaydılar. İnsan haklarının, kadınları da kapsayacak şekilde genişlemesi böylece mümkün olabilecekti.  Sonra kadınlar, demokrasi için mücadele etti. Hitler faşizminin, en karanlık günlerinde Münih Üniversitesi’nde, hazırladığı broşürleri dağıtan, Sophie Scholl ve abisi Gestapo tarafından yakalandı ve idam edildi. Henüz, 22 yaşındaydı. Ve Hitler’e boyun eğen nicesinin, yapamadığını yapıyordu: Hitler faşizmine, itiraz ediyordu. Stalin’in, Doğu Avrupa’yı ele geçirme planına da ilk önce, kadınlar itiraz etti. Milada Horakova’dan bahsediyorum. 1948 yılında, Stalin’in Prag’da yaptığı darbeyi, protesto etti. Üstelik diğerlerinin yaptığı gibi, ülkeyi terk edip yurtdışına gitmek yerine ülkesinde kalıp, mücadele etmeyi seçti. 1949 yılında, yakalandı ve idam edildi. ABD’de ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı başlatılan, sivil haklar hareketinin kalbinde de yine kadınlar vardı. Toplumsal hayatın daha adil, daha eşitlikçi, daha uygar ilerlemesi için çalışan, çaba gösteren, kadın liderler vardı. Nitekim Berlin Duvarı yıkılırken Kahire sokaklarında, Arap otokratlara isyan edilirken, İran’da çalınan seçimlere, tepki gösterilirken, yine hep kadınlar ön saflardaydı.  Bu kadınlar, birbirlerini hiç tanımadılar, birbirleriyle hiç karşılaşmadılar. Farklı zaman dilimlerinde, farklı ülkelerde, farklı şehirlerde yaşadılar. Ama aslında hepsi kardeşti. Çünkü her biri, tek bir şey için mücadele etti. İnsanların, onurlu bir yaşama kavuşması için uğraşıp hayatlarını tehlikeye attılar.  Bedel ödemeyi göze aldılar. Birçok erkeğin, ılıman iklim meyvesi gibi, her mevsim çiçek dağıtmasının aksine adeta, sert ve soğuk iklimlerde ayakta kalan, bir çınar gibi, karakterli ve dimdik durdular. Kendilerine Ait Bir Oda’ya sahip olmak için savaştılar bu odayı korumak, bu odanın tek hakimi olmak için mücadele ettiler. Bunu, hepimiz için yaptılar. Kadınlar için yaptılar, insanlık için yaptılar.”

“Türk kadınları kaderlerine razı mı geldi? Elbette gelmedi”

“Peki dünyanın her yerinde kadınlar haklarını korumak için, mücadeleler verirken Türk kadınları kaderlerine razı mı geldi? Elbette gelmedi… Siz iktidardakilerin, uyduruk erkek egemen diskurlarına bakmayın. Türk kadının verdiği mücadele, belki de dünyanın başka hiçbir yerinde görülmedi.”

“Bu ülkenin kadının ayağının altını öpmelisiniz kereste adamlar!”

“Bu ülkenin kadının ayağının altını öpmelisiniz kereste adamlar! Utanmadan sıkılmadan hiçbir şeyi hak etmediğimizi söylüyorsunuz. Bu ülkenin kadını her şeyi hak etti. Bileğinin yüreğinin gücü ile hak etti. Tercihlere zorlanmasıyla hak etti. Ve ailesini ülkesini milletini sağ ve ayakta tutmasıyla gösterdiği gayretle hak etti. Bir kocaman kuyruklu yalan vardır. Türk kadını mücadele etmedi diye. Hadi oradan be. Bunu söyleyenler o kadınların bu ülke için verdiği emeğin fitresini karşılayamazlar. Zekatı fazla gelir. Emeklerinin fitresini karşılayamazlar.”

“Top mermileri, ıslanmasın diye kazağını, mermilerin üzerine örten ve donarak şehit düşen Şerife Bacı’nın sırtında yükselen cumhuriyetimiz… Düşmanın korkulu rüyası olan Fatma Seher’in Gördesli Makbule’nin Nene Hatun’un cesaretiyle kurulan cumhuriyetimiz… Genç, yaşlı, çocuk, kadın, erkek fark etmeksizin; verdiğimiz o kutlu kurtuluş mücadelesinin, nişanesi olan cumhuriyetimiz… Ve bugün burada yüce Meclisimiz altında buluşabilmemizi sağlayan cumhuriyetimiz… İşte tam olarak bu nedenle bugün, Milletin Kürsüsü’nde bir cumhuriyet kadını ağırlayacağız. Tarihin her döneminde yükselen Türk kadının sesine bugün buradan bir kez daha kulak vereceğiz.

Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı Sayın Sema Kendirci Uğurman aramızda. Buyurun Sema Hanım, söz de kürsü de sizindir. Söz de kürsü de, kadınlarındır!”

“Tesettürü ile uğraşılmayan, bedeni ile sömürülmeyen, her adımda arkasını kollamayan, durakta lambanın soğuk ışığına sığınmayan, boşandığında dul ağladığında hor görülmeyen market rafından aldığını gizlemeyen, kendi ayakları üstünde dağ gibi duran kadınlara alışacaksınız. Hiç boşuna uğraşmayın isteseniz de istemeseniz de alışacaksınız.”

Bu Yazıya Tepki Ver


E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir