Almanya seçim sonuçları yeni bir dönemin işaretçisi mi?

SPD
Abone Ol

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Almanya’daki genel seçimlerin en önemli sonucu Almanya siyasi tarihine damgasını vuran Hristiyan Birlik Partileri’nin ikinci sıraya düşerek federal başbakanlığı kaybetme ihtimaliyle karşı karşıya kalması.

Sonucu Avrupa Birliği (AB) çevrelerinde merakla beklenen Almanya Federal Meclisi’ni (Bundestag) belirlemek için gerçekleştirilen genel seçimler sona erdi ve son birkaç haftada yapılan kamuoyu yoklamalarında da görüldüğü gibi Sosyal Demokrat Parti (SPD) birinci parti oldu.

Çalkantılı dönemde uzlaşmacı kişiliği ile iz bırakan lider: Merkel

Bu açıdan bakıldığında seçim sonuçları büyük bir sürpriz getirmedi ancak yaklaşık iki ay önceki anketlere bakıldığında, Sosyal Demokratların adayı Olaf Scholz’un kişisel popülaritesine rağmen seçimin Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ve Yeşiller arasında geçeceği ve Federal Başbakan’ın bu iki partinin adayları olan Armin Laschet ve Annalena Baerbock’tan biri olacağı tahmin ediliyordu. Fakat iki ay içerisinde bütün resim değişti ve SPD seçimden birinci parti çıkarken Yeşiller yarışı onun yaklaşık 10 puan gerisinde tamamladı. Bu açıdan bakıldığında, iki ay önce elde edebileceklerini düşündükleri federal başbakanlığı kaybeden ve ciddi bir düşüş yaşayan Yeşiller’i seçimin kaybedenleri arasında saymak gerekir. Ancak 2017 seçimleriyle karşılaştırıldığında, oylarını yüzde 50 civarında (5,7) puan artıran Yeşiller federal parlamento seçimleri tarihinde en yüksek oylarını aldıkları için başarılı sayılmalılar.

Seçimin asıl kazananı ise uzun zamandır oyları eriyen ve artık kitle partisi olma ve merkez solu temsil etme özelliğini kaybettiği düşünülen SPD oldu. SPD hem bir önceki seçime göre oylarını 5,3 puan artırdı hem de iki ay önceki anketlerde tahmin edilen oy oranından yaklaşık 10 puan daha çok oy aldı. SPD’nin başarısının nereden kaynaklandığına bakıldığında, doğru aday tercihinin bu partinin kötü gidişatına son verdiği görülebilir. Yeşiller ve CDU/CSU’nun adayları, intihal skandalı ve sel felaketi bölgesini ziyaret sırasında verilen neşeli pozlarla yıpranırken Olaf Scholz, çok temkinli bir kampanya süreci yürüterek kendisini ve partisini yıpratacak görüntü ve söylemlerden uzak durdu ve bu da SPD’nin başarısını getirdi. Bunda medyanın tercihlerinin ne derece rol oynadığı ise belki bu konuda yapılacak bilimsel araştırmalar sonucu ortaya çıkacaktır.

Seçimin en önemli sonucu ise Almanya siyasi tarihine damgasını vuran Hristiyan Birlik Partileri’nin ikinci sıraya düşerek federal başbakanlığı kaybetme ihtimaliyle karşı karşıya kalmasıdır. Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) ile Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) arasında yaşanan aday kavgasının seçimlere birlikte giren bu iki kardeş partinin başarısızlığında ciddi rol oynamış görünüyor. Şimdi bu sonucun, “CSU lideri Markus Söder aday olsaydı Birlik Partileri daha iyi bir sonuç alır mıydı?” tartışmasını ve buna bağlı olarak iki parti arasındaki mücadeleyi alevlendirmesi de söz konusu olabilir.



Sol Parti’nin aldığı sonuç bu partinin merkez sola açılma politikasının başarısız olduğunu ve seçmen kitlesinin sadece marjinal sol ile sınırlı kaldığını gösteriyor. AfD’nin ise yaşadığı düşüşe rağmen yüzde 10’un üzerinde oy alması aşırı sağcı eğilimlerin Alman toplumunda kalıcı hale geldiğinin göstergesi şeklinde okunabilir.

Seçimin diğer kaybedenleri ise aşırı uçlarda yer alan Almanya için Alternatif (AfD) ve Sol Parti (Die Linke) oldular. Son dönemde ciddi parti içi sorunlar yaşayan AfD 2,3 puan kaybederek yüzde 10,3 oy oranına düşerken 4,3 puan kaybıyla aldığı yüzde 4,9’luk oy oranıyla seçim barajının da altına düştüğü görülen Sol Parti’nin Alman seçim sistemine özgü “doğrudan yetki” (Direkt Mandat) kuralı sayesinde yine de mecliste temsil edilmesi bekleniyor. Sol Parti’nin aldığı sonuç bu partinin merkez sola açılma politikasının başarısız olduğunu ve seçmen kitlesinin sadece marjinal sol ile sınırlı kaldığını gösteriyor. AfD’nin ise yaşadığı düşüşe rağmen yüzde 10’un üzerinde oy alması aşırı sağcı eğilimlerin Alman toplumunda kalıcı hale geldiğinin göstergesi şeklinde okunabilir.

Koalisyon hangi partilerden oluşacak?

Aslında seçim sonuçları en rasyonel koalisyonun “Büyük Koalisyon” (Grosse Koalition) diye adlandırılan mevcut iki partili hükümetin devam etmesi olduğunu gösteriyor. Böyle bir tercihte sadece Federal Başbakan’ın (Bundeskanzler) artık CDU/CSU yerine seçimde en fazla oyu alan SPD’den olması yeterli olacaktır. Ancak her iki büyük partinin de seçimden önce artık Grosse Koalition istemediklerini açıklamış olmaları bu ihtimali zorlaştırmış durumda.

Seçimden önce SPD’nin tercihini daha çok sol ittifaktan (Kırmızı-Kırmızı-Yeşil yani SPD-Sol Parti-Yeşiller), CDU/CSU’nun ise Jamaika diye adlandırılan Siyah-Sarı-Yeşil (CDU/CSU-FDP-Yeşiller) ittifakından yana kullandığı görüldü. Seçim sonuçları ise SPD’nin değil de CDU/CSU’nun tercihinin mümkün olduğunu gösteriyor. Yani sol partileri bir araya getirmesi planlanan hükümeti kurmak için gerekli çoğunluk ortaya çıkmazken, Jamaika Koalisyonu adı altında birleşmeyi düşünen partiler yeterli sandalye sayısına ulaşmış durumda. Fakat en fazla oyu alan SPD’nin adayı Olaf Scholz’un hükümeti kurmakla görevlendirileceği düşünüldüğünde koalisyon görüşmelerinin çok zorlu geçeceği ve bir önceki seçim döneminde olduğu gibi uzayabileceği öngörülebilir.

Kimsenin koalisyona dahil etmek istemediği AfD ile -mecliste temsil edilme hakkına sahip olsa bile alacağı sandalye sayısıyla hükümet kurma çalışmalarına hiç etkisi olmayacak- Sol Parti bir kenara konulup koalisyon görüşmelerinde öne çıkacak dört partiye bakıldığında, küçük ortaklar Yeşiller ile Hür Demokrat Parti’nin (FDP) büyük avantaja sahip oldukları görülüyor. Büyük Koalisyon söz konusu olmayacaksa bu iki partinin ortak hareket etmeleri durumunda büyük partilerden herhangi biriyle koalisyon kurma imkanına sahip olabilecekleri yorumları yapılıyor.

FDP’nin Jamaika için görüş belirtmesi ve SPD ile koalisyondan uzak durmak istemesi bu konuda CDU/CSU için en büyük avantaj olarak görünüyor.

Koalisyonun üçlü olması seçeneği onlara çok büyük hareket alanı kazandırıyor. Koalisyonun ikili değil de üçlü olmasına karar verecek olan ise CDU/CSU olacaktır. CDU/CSU’nun tek yapması gereken SPD’nin koalisyon görüşmeleri için kendilerine gelmesi durumunda, kendisinin küçük ortak olacağı Büyük Koalisyona yanaşmayıp; büyük ortak olacağı ve Bundeskanzler’i çıkaracakları Jamaika Koalisyonu için uygun şartların oluşmasını beklemektir. FDP’nin Jamaika için görüş belirtmesi ve SPD ile koalisyondan uzak durmak istemesi bu konuda CDU/CSU için en büyük avantaj olarak görünüyor. Bu durumda CDU/CSU’nun, SPD’nin koalisyon hükümeti kurma çalışmalarında başarısız olmasını beklerken bir yandan da Yeşiller ile temas kurup Jamaika Koalisyonunda yer almanın kendisi için getireceği avantajlara bu partiyi ikna etmesi gerekiyor. CDU/CSU’nun bu konudaki avantajı ise Yeşiller’in de FDP gibi artık hükümet ortağı olmayı istemesi ve koalisyon görüşmelerinde zorluk çıkarması durumunda kendisinin dışarıda kalacağı Büyük Koalisyonun kapısının yeniden aralanması ihtimali olacaktır.

Koalisyon hükümetinin kurulmasında rol alması beklenen dört partinin eğilimleri ve açıklamalarına bakıldığında, SPD’nin dışarıda bırakılacağı bir üçlü koalisyonun kurulması ihtimali belirse de özellikle FDP’nin tutumuyla ortaya çıkabilecek böyle bir tercih halkın tercihiyle uyuşmayacağı için oldukça riskli olacaktır. Zira seçim sonuçları gösteriyor ki Alman halkı SPD’yi birinci parti yaptı ve bu partinin adayı Olaf Scholz’u Bundeskanzler olarak görmek istiyor. Bu tercih de koalisyon görüşmelerinde SPD’nin en büyük avantajı olacak. Olaf Scholz, kendisine federal başbakanlık yolunu açacak koalisyon görüşmelerinde iki tercihe sahip olacak. Ya Yeşiller ve özellikle FDP’yi ikna edip bu partilerle üçlü bir koalisyon kuracak; ki öncelikli tercihi bu yönde olacaktır. Ya da yeniden CDU/CSU ile Büyük Koalisyon hükümetini kurmak için çaba sarf edecek; ki bu ihtimalin de varlığı ilk görüşmelerde onun elini güçlendirecektir.

Bu nedenle FDP ve CDU/CSU’nun SPD’yi dışarıda tutacak bir hükümet planlarına rağmen SPD tarafından liderlik edilecek üçlü ya da ikili bir koalisyon hükümetinin kurulması en güçlü ihtimal olarak görünüyor.

Kuşkusuz bütün partilerin kurulacak koalisyonda yer almayıp muhalefette kalmak ve bir sonraki seçimlere güç toplayarak girmek yönünde tercihi de olabilir. Özellikle kurulacak hükümetin üç partiden oluşması durumunda oluşabilecek istikrarsızlık nedeniyle yeni seçimlerin planlanan süreden erken olması ihtimali bu tercihi SPD ve CDU/CSU için gündeme getirebilir. Ancak her iki partinin de seçim akşamı yaptıkları açıklamalara bakıldığında, kurulacak hükümette yer alma konusunda oldukça istekli oldukları görüldü. FDP ve Yeşiller ise zaten uzun süre aradan sonra yeniden koalisyon ortağı olarak hükümette yer almak istiyorlar. Bu nedenle koalisyon görüşmelerinin başarısız olması ve yeniden seçime gidilmesi ihtimali pek görünmüyor ancak seçimin kazananı SPD’nin dışarıda bırakılacağı bir koalisyonun kurulmaya çalışılmasının Almanya’yı istikrarsızlığa sürüklemesi söz konusu olabilir. Bu nedenle FDP ve CDU/CSU’nun SPD’yi dışarıda tutacak bir hükümet planlarına rağmen SPD tarafından liderlik edilecek üçlü ya da ikili bir koalisyon hükümetinin kurulması en güçlü ihtimal olarak görünüyor.

Seçim sonuçları ve Türk-Alman ilişkileri

Türk-Alman ilişkileri açısından bakıldığında, Türkiye düşmanı diyebileceğimiz bir çizgiye sahip olan Sol Parti’nin başarısızlığı ve kurulacak koalisyon hükümetinde yer alamayacak olması olumlu bir gelişme. Zira içerisinde çok sayıda PKK sempatizanı barındıran bu parti, Türkiye’nin PKK’ya karşı mücadelesi çerçevesinde gerek içerde gerekse Suriye ve Irak’taki sınır ötesi müdahaleleri nedeniyle Ankara’ya karşı çok sert politika izlenmesini talep etmekte. Fakat Sol Parti’den sonra en fazla Türkiye karşıtının içinde bulunduğu Yeşiller’in kurulacak koalisyon hükümetinde yer alma ihtimali Türk-Alman ilişkilerinin geleceği açısından olumsuz bir gelişme olabilir. Zira bu parti de Almanya’nın Türkiye politikası konusunda müdahaleci bir çizgiye sahip ve sık sık Türkiye’nin içişlerine müdahale anlamına gelecek açıklamalar yapmakta, özellikle terör örgütlerine karşı mücadele kapsamında attığı adımlar nedeniyle Ankara’ya karşı yaptırım çağrılarında bulunmaktadır. Ancak Yeşiller’in bundan iki ay önceki kamuoyu yoklamalarında alması beklenen oyun çok gerisinde kalması ve muhtemel bir koalisyon hükümetine katılabilecek iki küçük ortaktan biri olması bu partinin Almanya’nın dış politikasındaki etkisinin beklenenden daha az olması sonucunu doğuracaktır.

Yeni bir Büyük Koalisyon hükümeti kurulması durumunda ise Türk-Alman ilişkilerinde önemli değişiklikler beklenmiyor. Hatta böyle bir hükümete SPD’li Olaf Scholz’un liderlik yapacak olması eski SPD’li Federal Başbakan Gerhard Schröder dönemindekine benzer şekilde Türk-Alman ilişkilerinde olumlu bir dönemin kapısını aralayabilir. Scholz’un, Schröder’in eski prenslerinden biri olduğu düşünüldüğünde onun liderliğindeki bir hükümette Schröder’in etkisinin olması beklenebilir ki bu da Almanya’nın ABD’ye daha fazla mesafe koyması, Türkiye ve Rusya gibi ülkelerle ilişkilerini geliştirme arayışı içinde olması anlamına gelebilir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye için en iyi opsiyonun Yeşiller’in de dahil olacağı bir hükümet yerine SPD’nin büyük ortak olacağı bir Büyük Koalisyon olduğu söylenebilir.

[Prof. Dr. Kemal İnat Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]

Bu Yazıya Tepki Ver


E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir