Almanya 26 Eylül’de pandemi şartları altında sandık başına gidiyor. Partiler ve adaylar geleneksel kampanya yöntemleri yerine dijital mecralara yoğunlaşıyor.
Almanya 26 Eylül’de pandemi şartları altında sandık başına gidiyor. Partiler ve adaylar geleneksel kampanya yöntemleri yerine dijital mecralara yoğunlaşıyor. Peki hangi aday sosyal medyada ne kadar aktif? Adayların hangi söylemleri öne çıkıyor?
Seçim kampanyalarında sosyal medyanın rolü
Almanya’da radyo ve televizyon gibi kitle iletişim araçlarının 1970’lerden itibaren yaygınlık kazanmasıyla siyasi partiler seçim dönemlerinde seçmenlere ulaşmak için bu platformları yoğun şekilde kullanmaya başladılar. Televizyon günümüzde hâlâ seçim kampanyaları için merkezi rolünü korusa da sosyal medya araçları üzerinden gerçekleştirilen kampanyalar her geçen gün önemini artırıyor. Özellikle Kovid-19 salgını sürecinde internet kullanımının artması, haber tüketiminde insanların internete yönelmesi siyasi partileri de etkiledi. Seçim sürecinde siyasi partiler kampanyalarında dijital platformlara ağırlık vermeye başladı. Seçim kampanyaları üzerine çalışan uzmanlar, sosyal medyanın seçmen davranışı üzerinde ciddi etkisi olduğunu ortaya koyuyor. Dijital seçim kampanyalarının seçimlerin kaderini etkilemesine en iyi iki örnek olarak 2016’da Donald Trump’ın ABD seçimlerini kazanması ve Brexit referandumu gösteriliyor.
Sosyal medya araçları, siyasi partilere ve adaylara, radyo ve televizyon gibi geleneksel kitle iletişim araçlarına göre daha iyi “mikro hedefleme” imkanı sağlıyor. Mikro hedefleme özellikle sosyal medya alanlarında seçmenlere ve diğer hedef gruplara ulaşabilmek ve kişiye özel içerikler sunabilmek açısından mühim. Kişilerin özelliklerine göre “adrese teslim” reklamlar sayesinde daha az maliyetle daha fazla etki oluşturmak mümkün olabiliyor. Robergt Bosch Stiftung isimli Alman enstitüsünün bir raporu sosyal medyayı seçim kampanyası için aktif şekilde kullanan eski ABD Başkanı Donald Trump’ın sadece Facebook’ta 2018-2020 Mayıs arasında 30 milyon dolarlık reklam verdiğini ortaya koyuyor. Kampanya yöneticisi Dominic Cummings, Spectator’da yer alan makalesinde 2016’da gerçekleşen Brexit referandumu öncesinde “Leave” (AB’den ayrılmayı destekleyenler) kampanyasının reklam bütçesinin yüzde 98’inin sosyal medyada kullanıldığını belirtiyor.
Sosyal medya “mikro hedefleme” imkanının yanı sıra bazı işlevleri de beraberinde getiriyor. Bunlardan ilki olan “bilgilendirme işlevi”, siyasi partilere ve adaylara farklı konularda kendileri hakkında bilgiyi seçmenlere doğrudan ulaştırma imkanı sağlıyor. İkinci olarak “ağ kurma işlevi”, siyasi partiler ve adaylar ile potansiyel seçmenler arasında bir bağlantı ve ağ kurulmasına imkan tanıyor. Üçüncü olarak “katılım işlevi” sayesinde seçmenler, paylaşımları okuyabiliyor, aktif şekilde tartışmalara katılabiliyor. Dördüncü olarak ise “harekete geçirme işlevi” ile takipçileri aktif eyleme geçirmeyi ve kendi lehine oy vermesi için ikna etmeyi beraberinde getiriyor.
Pandeminin kısıtlanmış sosyal yaşam şartları altında seçimlere giden Almanya’da gençlerin oyları önemli rol oynayacak. Sağ ve sol popülist partilerin son yıllarda yükselmesinde göç krizi ve ekonominin daralması gibi etkenler olsa da seçmen profilinin değişmesi, yeni neslin dijital mecraları kullanması, yerleşik partilerin ise yeni medyaya yeni partiler kadar hızlı ayak uyduramaması, 26 Eylül’de önemli sonuçlar doğuracak.
Almanya’da sosyal medya kullanımı
Hootsuite’in 2019 araştırmasına göre Almanya’da yaklaşık 80 milyon internet kullanıcısı ve 38 milyon sosyal medya kullanıcısı var. Rapora göre, sosyal medya kullanıcılarının yüzde 92’si anketten önceki ay içinde sosyal medyayı bir haber kaynağı olarak kullanıyordu. Bir başka araştırma olan Alman Birinci Televizyon Kanalı ARD ve İkinci Televizyon Kanalı ZDF’nin çevirimiçi araştırmasına göre 2020 yılında Almanya’da halkın yüzde 72’si her gün internete erişim sağladı. Social-Medien-Atlas 2000 araştırması da Almanya’da sosyal medya kullanıcılarının yüzde 69’unun WhatsApp, yüzde 68’inin YouTube, yüzde 60’ının Facebook, yüzde 40’ının Instagram ve yüzde 23’ünün ise Twitter kullandığını ortaya koyuyor. Statisa’nın verilerine göre ise 2020 yılında internet kullanıcılarının yüzde 36’sı haber kaynağı olarak Facebook’u, yüzde 20’si YouTube’u ve yüzde 11’i ise Twitter’i kullanmış. Seçmenlerin sosyal medyayı yoğun şekilde kullanması ve haber kaynağı olarak takip etmesi, siyasi partilerin özellikle seçim döneminde sosyal medya kampanyalarını yoğunlaştırmalarına neden oluyor.
Hangi partiler sosyal medyayı aktif kullanıyor?
Almanya’da 40’tan fazla parti seçimlere katılıyor olsa da seçim sonrası oluşması muhtemelen koalisyonlar göz önüne alındığında, seçimin altı parti arasında geçeceği tahmin ediliyor. Bu partiler Hristiyan Demokrat Birliği & Hristiyan Sosyal Birliği (CDU&CSU), Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD), İttifak 90/Yeşiller, Hür Demokrat Parti (FDP), Almanya için Alternatif (AfD) ve Sol (Die Linke).
Almanya’da yerleşik partilere alternatif olarak kendisini konumlandıran partilerin diğer partilere nazaran sosyal medyada daha aktif ve daha çok takipçileri olduğu görülüyor. Özellikle aşırı sağ fikirleri savunarak İslam, Müslümanlar ve göçmenler üzerinden politika üretmeye çalışan AfD, gençleri etkileyebilmek ve oylarını kazanabilmek için sosyal medyayı en etkili kullanan siyasi parti olarak dikkat çekiyor. AfD’nin Facebook’ta 541 bin, Twitter’da 173 bin takipçisi bulunuyor. Facebook’ta en fazla takipçiye sahip ikinci parti ise yine kendisini yerleşik sol parti SPD’ye alternatif olarak konumlandıran sol popülist bir parti olan Die Linke. Linke’nin Facebook’ta 265 bin, Twitter’da ise 332 bin takipçisi bulunuyor. Seçimlere ittifak halinde giren CDU ve CSU’nun ise Facebook’taki toplam takipçi sayıları, AfD’nin gerisinde kalıyor. Şansölye Merkel’in de partisi olan CDU’nun Facebook’taki takipçisi sayısı 228 bin ve diğer ortak CSU’nun takipçi sayısı ise 221 bin. İki partinin Twitter’daki toplam takipçi sayısı ise yaklaşık 580 bin. Facebook’ta Yeşiller’in 228 bin, SPD’nin ise yaklaşık 200 bin takipçisi bulunuyor. Yerleşik partilere alternatif olarak konumlanan Yeşiller, 600 bin takipçiyle Twitter’da en fazla takipçiye sahip parti.
Yeni nesil genç seçmenler daha uç fikirleri benimseyen, sağ popülist ve sol popülist partilere özellikle sosyal medya üzerinden ilgi gösterirken; yerleşik partiler, seçmenlerin daha yaşlı nüfustan oluşması nedeniyle yeni medya platformlarından yeterince istifa edemiyorlar.
Sosyal medyada öne çıkan adaylar
Kovid-19 şartları seçim kampanyalarını da etkiliyor. Özellikle ev, sokak, mahalle ziyaretleri ve toplantılarla seçmenlere ulaşmaya alışmış ve bu sistem üzerine on yıllarca seçim kampanyalarını oluşturmuş ve yürütmüş olan CDU, CSU ve SPD’nin, bu seçimlerde işi zor görünüyor. Sosyal medyadan yeterince istifade edemeyen bu partiler için pandemi bir dezavantaja dönüşürken, yeni nesil partilerin pandemi şartlarından kârlı çıkmaları muhtemel.
Adaylar bazında değerlendirildiğinde de partilere benzer bir tablonun ortaya çıktığı görülüyor. Merkel’in halefi ve CDU/CSU’nun ortak adayı Armin Laschet’in Facebook’ta yalnızca 52 bin takipçisi bulunuyor. Twitter’da da 182 bin takipçisi olan Armin Laschet diğer adayların oldukça gerisinde. SPD’nin şansölye adayı ve mevcut Maliye Bakanı Olaf Scholz’un Facebook’ta 44 bin takipçisi bulunuyor. Scholz, Facebook ve Twitter’daki diğer parti liderlerinin takipçi sayılarıyla kıyaslandığında son sıralarda yer alıyor. Ancak bu iki yerleşik partinin adaylarına karşı aşırı sağ AfD’nin iki şansölye adayı Tino Chrupalla ve Alice Weidel Facebook’ta 400 bin, Twitter’da 150 bin takipçiye sahip. Yeşiller’in adayı Annalena Baerbock’un ise Facebook ve Twitter’daki toplam takipçi sayısı yaklaşık 500 bin. Hür Demokrat Parti’nin adayı Christian Lindner açık ara sosyal medyada en fazla takipçisi olan siyasetçi durumunda: Lindner’in Facebook ve Twitter’daki toplam takipçi sayısı yaklaşık 775 bin.
Partiler gibi adaylarda da sosyal medya takipçileri yeni partilerde daha fazlayken, yerleşik partilerde daha az olduğu görülüyor. Türkiye’deki sosyal medya kullanımıyla kıyaslandığında takipçi sayıları açısından düşük görülmesi muhtemel olan bu sayılar, aslında Almanya’da siyasetin yeni nesiller üzerinden nasıl şekilleneceğine işaret ediyor. Yeni nesil genç seçmenler daha uç fikirleri benimseyen, sağ popülist ve sol popülist partilere özellikle sosyal medya üzerinden ilgi gösterirken; yerleşik partiler, seçmenlerin daha yaşlı nüfustan oluşması nedeniyle yeni medya platformlarından yeterince istifa edemiyorlar.
Adayların sosyal medyadaki söylemlerinde neler öne çıkıyor?
CDU/CSU’nun adayı Laschet, ekonomi politikalarını seçim kampanyasının merkezine koymuş durumda. Laschet, bunun yanında bürokrasinin iyileştirilmesi ve hizmet odaklı bir devlet ve dijitalleşme vadediyor. Anketler uzun zaman sonra ilk defa SPD’nin CDU/CSU’yu geçtiğini gösteriyor. Laschet, partinin yeni adayı olarak yeni bir başlangıcı değil, daha çok Merkel politikalarının devamını temsil ediyor. Pandemi koşullarında geleneksel seçim kampanyalarını uygulamakta zorlanan Laschet’in karizmatik bir lider olarak görülmemesi ve parti içi muhalefet nedeniyle etkili bir seçim dönemi geçirememesi, SPD’nin anketlerde öne geçmesini sağladı. Laschet seçim beyannamesinde “on yıllık modernleşme” için planlar sunuyor. Vergi indirimleri, bürokrasinin azaltılması ve Almanya’nın bir sanayi bölgesi olarak korunmasının yanı sıra iklimin korunmasına yönelik vaatleri bulunuyor.
Televizyon günümüzde hâlâ seçim kampanyaları için merkezi rolünü korusa da sosyal medya araçları üzerinden gerçekleştirilen kampanyalar her geçen gün önemini artırıyor. Özellikle Kovid-19 salgını sürecinde internet kullanımının artması, haber tüketiminde insanların internete yönelmesi siyasi partileri de etkiledi.
Sosyal Demokrat Parti’nin sağ kanadına mensup olan Scholz, mevcut Maliye Bakanı olarak Wirecard skandalı başta olmak üzere bir çok konuda yıpranmış bir isim olmasına karşın CDU/CSU’nun zayıflığından istifade ederek anketlerde birinci parti konumuna geçmiş durumda. SPD’nin seçim programı daha güçlü refah devleti, yüksek gelirliler için daha yüksek vergiler, çalışma ücreti olarak saatlik on iki Avroluk asgari ücret, daha fazla sosyal yardım, otobanda 130 km hız limiti, kiraların yükselmesiyle mücadele ve yenilenebilir enerji kaynaklarını artırarak iklimin korunması üzerine yoğunlaşıyor ve “Gelecek-Saygı-Avrupa” sloganıyla seçmenlerin karşısına çıkıyor.
Seçimlerde sürpriz yapması beklenen ve koalisyon senaryolarının baş aktörlerinden olan Yeşiller’in adayı Annalena Baerbock, hakkındaki intihal iddiasıyla oldukça yıpranmış olsa da kilit bir pozisyonda bulunuyor. 1994 yılında parlamento grubu olarak Federal Meclis’e giren ve 1998’den 2005’e kadar federal hükümette kırmızı-yeşil koalisyonun ortağı olan Yeşiller’in 2005’ten beri muhalefette olması ve Baerbock’un hükümet deneyimi olmaması bir handikap olarak görünüyor. Baerbock, iklim değişikliğiyle daha fazla mücadele, enerji kaynağı olarak kömürden daha hızlı uzaklaşma ve daha fazla yatırım vadediyor.
Liberal FDP’nin adayı Christian Lindner, Kovid-19 krizinde küçülen ve sıkışan ekonomiyi serbest bırakmayı vadediyor: Bu nedenle Lindner öncelikle vergi indirimlerine ve bürokrasiyi azaltmaya odaklanıyor. Ayrıca dijitalleşmeye hız vermek de Lindner’in öncelikli politikaları arasında yer alıyor.
Aşırı sağ AfD’nin adayları Alice Weidel ve Tino Chrupalla, Almanya’nın AB’den çıkmasını vadediyor. Daha az göçmenin ülkeye alınması, İslam’a ve Müslümanlara karşı kısıtlayıcı politikaları ön plana çıkarıyor.
Die Linke’nin adayları Sahra Wagenknecht ve Dietmar Bartsch’in ana konuları ise “her alanda sosyal adalet”. Bunu yaparken iklimde, gelir vergisinde ve sağlık sisteminde sosyal adaleti sağlayacaklarını vadediyorlar.
Pandeminin kısıtlanmış sosyal yaşam şartları altında seçimlere giden Almanya’da gençlerin oyları önemli rol oynayacak. Sağ ve sol popülist partilerin son yıllarda yükselmesinde göç krizi ve ekonominin daralması gibi etkenler olsa da seçmen profilinin değişmesi, yeni neslin dijital mecraları kullanması, yerleşik partilerin ise yeni medyaya yeni partiler kadar hızlı ayak uyduramaması, 26 Eylül’de önemli sonuçlar doğuracak. Bu seçimin sonucu aynı zamanda Almanya’nın siyasi olarak evrileceği yönü göstermesi bakımından da bir dönüm noktası olacak.
[Viyana Üniversitesi Siyasal Bilimler bölümünde lisans ve yüksek lisansını tamamlayan Muhammed Ali Uçar, Viyana Üniversitesinde siyasal partiler, siyasi katılım, Almanya ve Avusturya’nın politikaları ve Avrupa Birliği alanlarında akademik çalışmalarına devam etmektedir]