Analiz- BAE Suudi Arabistan’ın kırmızı çizgisine meydan okuyor

BAE

Arap Baharı süreci ile kurulan en önemli bölgesel ittifak olarak tanımlanan BAE-Suudi Arabistan cephesindeki ihtilaflar, son günlerde karşılıklı çıkar çatışmalarının tetiklediği restleşmelerle iyice görünür hale geldi.

Son dönemde, Arap Baharı süreci ile kurulan en önemli bölgesel ittifak olarak tanımlanan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)-Suudi Arabistan ittifakının örtülü ihtilaflarının gün yüzüne çıktığı çok sayıda gelişmeye şahit olduk. Aslında altı yılı aşkın bir süredir devam eden Yemen savaşı iki ülke ittifakının zayıflığını ortaya koyan bir laboratuvar işlevi gördü. BAE, müttefikinin güvenlik endişelerini hiçe sayarak Yemen’de kendi ajandasını takip etmeye başladığında ve Suudileri savaşın en yoğun yaşandığı alanlarda yalnız bıraktığında ittifak zaten önemli bir yara almıştı. Daha sonra BAE’nin tek taraflı olarak İsrail ile girmiş olduğu angajman ortaya çıktı. Son olarak bu yılın Şubat ayında Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın, BAE’nin küresel şirketlerin bölgesel merkezi olma statüsünü sonlandıracak olan “Program HQ” isminde bir politikayı uygulamaya başlaması iki ülke ittifakındaki çatlağı derinleştirdi.

İçinde bulunduğumuz Temmuz ayı ise BAE ve Suudi Arabistan arasındaki çıkar çatışmasının ayyuka çıktığı bir dönem oldu. Geçen hafta Muhammed bin Selman BAE’nin havadaki gücüne meydan okumak için yeni bir havayolu şirketi kuracağını ilan etti. Hafta başında Kovid-19 salgını bahanesiyle BAE’den Suudi Arabistan’a aktarmalı uçuşlar dâhil tüm uçuşlar durduruldu, havadaki uçaklar dahi geri döndürüldü ve Suudi Arabistan’ın BAE’ye yönelik gümrük uygulaması başlatması sebebiyle iki ülke sınırında kilometrelerce uzunlukta TIR kuyrukları oluştu. İki ülke arasındaki ilişkilerde bardağı taşıran son damla ise OPEC+ toplantısında petrol politikaları konusunda yaşanan gerginlik oldu. Öyle ki iki aktör arasındaki bu gerginlik basın önünde açıktan tartışmaya kadar vardı. İki aktörün de bölgesel liderlik iddiaları, ekonomi alanındaki rekabet ve BAE’nin Suudilerin kırmızı çizgisi olan enerji piyasasında Suudilere meydan okuması derinleşen gerginliğin en önemli sebebi olarak görünüyor.

BAE-Suudi eksenini var eden koşulların değişimi

BAE-Suudi ekseni, 2010 yılı sonunda ortaya çıkan Arap Baharı sürecinde Arap sokağının değişim taleplerine karşı koyma ve bölgedeki otoriter rejimlere yeniden istikrar kazandırma arzusuyla ortaya çıkmıştı. 2015 yılında Kral Abdullah’ın vefatıyla Selman’ın Suudi tahtına oturması ve oğlu Muhammed bin Selman’ın ülkenin fiili yöneticisi olmasıyla BAE-Suudi ittifakı perçinlenmiş oldu. Bu süreçte Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in, Batı’da kurduğu sağlam ilişkileri de kullanarak, Suudi veraset sisteminde köklü değişiklikler yapılmasına destek olmak suretiyle Muhammed bin Selman’a Suudi tahtının yolunun açılmasına katkı sağlaması, Veliaht Prensler arasında özel bir ilişkinin doğmasına yol açtı. Son dönemde Muhammed bin Zayed’in, Muhammed bin Selman’ın akıl hocalığını yaptığı çokça dile getirildi. Ancak Trump sonrası ABD’nin bölgeye dönük vizyonunda yaşanan önemli değişim, Muhammed bin Zayed ile Muhammed bin Selman arasındaki özel ilişkiyi gözle görülür bir biçimde zayıflattı. Yeni dönemde Muhammed bin Zayed’in Riyad’daki nüfuzunun azaldığını söyleyebiliriz.

BAE-Suudi ittifakı son on yılda Bahreyn, Mısır ve Yemen’de otoriter rejimleri muhafaza ederek meyvelerini verdi. 2011 yılında Bahreyn’de sokak hareketleri karşısında el-Halife rejimi, BAE-Suudi askeri desteğiyle yıkılmaktan kurtarıldı. 2013 yılında Mısır’da Müslüman Kardeşler hükümetinin Abdulfettah es-Sisi darbesi ile devrilmesi sürecinde BAE-Suudi ekseni darbeci yönetime önemli oranda finansal ve diplomatik destek sağladı. Yemen’de Husiler’in girişimiyle bozulan statükonun yeniden kurulması için BAE-Suudi ekseni 2015 yılında bu ülkeye karşı savaş başlattı.

Aradan geçen on yıl, her iki ülkenin ittifakına yol açan koşullarda önemli değişimlere sebep oldu. Genel olarak İran ile ilişkiler, ekonomi ve petrol politikaları gibi alanlarda iki aktörün çıkarlarının farklılaşması ittifaktaki çatlağın en önemli sebepleri olarak sayılabilir. Yeni dönemde Riyad yönetimi, ekonomi alanında aldığı kararlarla “Dubai Modeli” olarak anılan BAE’nin ekonomik başarısını hedef almaya başladı.

Örneğin, BAE açısından İran’la çatışma, jeopolitik nitelikli olup, Suudi-İran örneğinde olduğu gibi mezhepsel veya ideolojik değildir. Hatta İran konusunda BAE’yi oluşturan iki emirlik olan Abu Dabi ile Dubai arasında önemli yaklaşım farkları bulunmaktadır. Petrol zengini Abu Dabi açısından İran bir rakip iken, zenginliğini önemli ölçüde ticaret ve turizme borçlu olan Dubai açısından İran önemli bir partner olabilir. 2008 yılındaki finansal krizde önemli ölçüde gücünü kaybeden Dubai Emirliği, petrol zengini Abu Dabi Emirliği’nin sağladığı destekle ayakta kalabildi. Bu tarihten sonra Abu Dabi ve onun yöneticisi konumundaki Muhammed bin Zayed’in BAE yönetimindeki profili hızla yükselmeye başladı.

BAE-Suudi rekabetinin en bariz görüldüğü alan hiç şüphesiz ekonomi alanı. Her iki ülke de ekonomilerini petrole bağımlılıktan kurtarmak ve yüksek katma değerli üretim yapmak için uzun yıllardır “Vizyon” belgeleri hazırlıyorlar. Bu konuda Suudiler son dönemde büyük gayret sarf etseler de BAE’nin ekonomi ve ticaret alanında uzun yıllara dayanan tecrübe ve birikimleri ile başa çıkmaları zor görünüyor. Son dönemde bu alanda ortaya çıkan rekabet, Suudi yönetiminin, ekonomi, finans, ticaret ve turizmde BAE’ye meydan okumadan Suudi Arabistan’ı ekonomik olarak kalkındırmanın mümkün olmadığının farkına varmış olmasıyla yakından alakalı.

2021 Şubat ayında ilan edilen “Program HQ” ile merkezlerini Suudi Arabistan’a taşımayan küresel şirketlerin Suudi kamu ihalelerinden dışlanacağının ilan edilmesi, uzun yıllardır küresel şirketlerin bölgesel üssü olan BAE’ye yönelik en önemli meydan okumaydı. Özellikle Muhammed bin Selman’ın son dönemde ilan ettiği devasa yatırım bütçelerinden pay alabilmek için sabırsızlanan küresel şirketlerin BAE’yi terk edebilme ihtimali Dubai yönetimini oldukça endişelendiriyor.

Turizm sektörü, BAE-Suudi rekabetine konu olan diğer bir alan. Turizm, ekonomiyi petrole bağımlılıktan kurtarmak isteyen Suudi yönetimi için en önemli yatırım alanı olarak ön plana çıkıyor. Ülkenin Kızıldeniz sahiline inşa etmeye başladığı 500 milyar dolar yatırım bütçeli NEOM şehri ile gelecekte Suudi Arabistan’ın bölgenin en büyük turizm merkezi olması amaçlanıyor. Bu süreçte Suudilerin turizm sektörüne yaptıkları devasa yatırımlar, BAE’de ciddi bir endişeye sebep oldu. Çünkü BAE’nin ekonomik kalkınmasında en büyük paya sahip olan sektörlerden biri turizm. Suudilerin bu alanda yaptıkları devasa yatırımlarla BAE’nin rekabet etmesi hiç de kolay olamayacak. Suudilerin geçen hafta yeni bir havayolu şirketi kuracaklarını ilan etmeleri ve Kovid-19 salgını sebebiyle BAE’ye yönelik tüm uçuşları durdurmaları turizm sektöründeki rekabetin ne kadar kızıştığını ortaya koyması açısından son derece önemli gelişmeler.

Suudi Arabistan’ın turizm yatırımlarının en önemli önceliği, Suudi vatandaşlarının tatillerini BAE gibi Körfez ülkeleri yerine Suudi Arabistan’da geçirmelerini sağlamak. Küresel ölçekte yapılan bir araştırmaya göre, yılda yaklaşık 4,5 milyon Suudi vatandaşı turizm için yurtdışına gidiyor ve bu seyahat sırasında yıllık 25,1 milyar dolar para harcıyor. Yine bu araştırmaya göre, Suudi turistler kişi başı ortalama 5 bin 866 dolarlık harcama ile (Batılı turistlerin yaklaşık altı katı) dünyanın en çok para harcayan turistleri. Bugün BAE’ye giden turistlerin en az yarısını Suudi vatandaşlarının oluşturduğu bilinen bir gerçek. Hem yeni havayolu şirketi kurma hem de uçuşları Aralık ayına kadar askıya alma kararı Suudi turistleri, BAE’ye gitmek yerine ülke içinde tutmaya ve ülke kaynaklarından milyarlarca doları rakip aktöre (BAE) kaptırmamaya yönelik bir hamle olarak okunmalı.

Son olarak, Suudilerin BAE’ye yönelik gümrük vergisi uygulama kararı Çin’den sonra Suudilerin en büyük ticari ortağı olan BAE’ye ciddi bir darbe niteliğinde. Burada özellikle “Serbest Bölgelerin” hedef alınması dikkat çekici. Uzun yıllar BAE tarafından oluşturulan serbest bölgeler yabancı yatırımcılar için önemli avantajlar sağlarken, ülkede yeni istihdam ve üretim olanakları ortaya çıkardı. Örneğin Cebel-i Ali serbest bölgesi tek başına 135 bin kişiye istihdam sağlarken Dubai Emirliği’nin gayrisafi yurtiçi hasılasının yaklaşık yüzde 30’unu sağlıyor. Suudilerin son gümrük vergisi kararıyla artık üretimini Suudi toprakları dışında yapan ve yerli işçi kullanmayan şirketler Suudi piyasasında ciddi maliyetlerle karşı karşıya kalacaklar.

Suudilerin kırmızı çizgisi: Petrol

BAE ile Suudi Arabistan arasındaki en sert rekabet hiç şüphesiz enerji piyasalarına hakim olma mücadelesinden ortaya çıktı. Son OPEC+ toplantısında BAE’nin üretim kotasında kendi lehine radikal bir değişim talep ederek diğer petrol üreten OPEC üyelerine “kötü örnek” olması Suudileri hayli kızdırmışa benziyor. Bilindiği üzere Suudi Arabistan OPEC’in lider ülkesi ve buradaki liderliğine meydan okunması Suudilerin kırmızı çizgisidir. Tıpkı bugün olduğu gibi geçmişte de Suudilerin OPEC’teki liderliğine meydan okuyan aktörler Riyad tarafından sert şekilde cezalandırıldılar. Geçtiğimiz yıl Mart ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Muhammed bin Selman’ın karşılıklı restleşmesi de petrol piyasalarındaki liderlik konusuyla yakından ilgili. Neticede Trump yönetiminin de baskısıyla Muhammed bin Selman, Rusya’nın enerji piyasasındaki gücünü zoraki tanıdı ve OPEC toplantılarına Rusya’nın da katılmasını kabul etti. Bölge yakın tarihinde iki iddialı aktör (İran Şahı Rıza Pehlevi ve Saddam Hüseyin) Suudilerin OPEC’teki liderliklerine meydan okudular ve her iki lider de Suudilerden çok sert bir karşılık gördüler.

İran, Körfez bölgesindeki nüfuzunu genişletme arzularının bir sonucu olarak 1977 yılındaki OPEC toplantısı sırasında petrol fiyatlarında yüzde 15’lik bir artış talep etmiş fakat Suudiler petrol fiyatlarındaki bir artışın üretici ülkelerin lehine olmayacağı gerekçesiyle artış önerisini reddetmişti. Şah fiyat artışı konusunda ısrarından vazgeçmemiş ve nihayet tüm OPEC üyelerini fiyat artışı konusunda ikna etmeyi başarmıştı. Suudiler, İran’ın OPEC’teki etkinliğinden son derece rahatsız oldu ve bu duruma çok sert bir tepki verdi. İran’ın sunduğu fiyat rejimini tanımadı ve geçersiz kılmak için piyasaya kendi kotasının çok üzerinde petrol pompaladı, hatta müşterilerine cari fiyatlar üzerinden indirimler yapacağını açıkladı. Suudilerin bu hamlesi İran’a milyar dolarlar kaybettirdi ve ülke ekonomisini ayakta tutabilmek için yabancı kreditörlerle görüşmeye ve cari harcamalarında radikal tasarruf önlemleri almaya mecbur kaldı. Ülkenin içine girdiği bu ekonomik darboğaz 1979 yılındaki devrime giden süreci başlatan etkenlerden biri olmuştur. Petrol fiyatlarındaki küçük bir düşüşün sonuçları Suudiler açısından önemsizken İran ekonomisi için yıkıcı bir etkiye yol açtı.

Benzer şekilde Saddam da 1990 yılında, İran-Irak savaşının yaralarını sarmak için petrol gelirlerine şiddetle ihtiyaç duymuş, 12 dolar olan petrolün fiyatının 18 dolara çıkarılması için başta Kuveyt ve BAE olmak üzere OPEC üyelerine baskı yapmıştı. Saddam’ın Kuveyt’i işgali ederek Kuveyt petrollerine hükmetmesini Suudiler, OPEC’teki kendi liderliklerine meydan okuma olarak algıladılar. Eğer bu işgal tanınsaydı Saddam küresel petrol rezervinin beşte birine tek başına hükmediyor olacaktı. Bu yüzden Suudiler Saddam’ı devirmek için oluşturulan koalisyona güçlü bir destek vermekten çekinmediler. Hâlbuki 1980-88 yıllarında devam eden İran-Irak savaşı sürecinde Saddam’ın en büyük destekçilerinden biri Suudi Arabistan olmuştu.

Suudi rejimine yakından bakıldığında, rejimin iki önemli sacayağı üzerinde istikrar bulduğu görülebilir: İslam (Vehhabizm-ideoloji) ve petrol (ekonomi-rant). Dolayısıyla rejim ideolojik ve ekonomik tehditler konusunda son derece hassas. BAE, son dönemde takip ettiği politikalarla, rejimin en önemli sacayaklarından biri olan ekonomi alanında Suudilerin en önemli rakibi haline geldi. Bu yüzden bugün, Arap Baharı sürecinde otoriter rejimlerin yeniden istikrar bulması için oluşturulan BAE-Suudi eksenini var eden şartların çok uzağındayız. Bu yaşananlar iki ülke arasında belli bir uzlaşı ile de sonuçlanabilir. Fakat şurası kesin ki; BAE ile Suudi Arabistan’ın ekonomi, güvenlik ve enerji gibi alanlardaki çıkarları içinde bulunduğumuz dönemde artık büyük oranda örtüşmüyor.

Turizm, ekonomiyi petrole bağımlılıktan kurtarmak isteyen Suudi yönetimi için en önemli yatırım alanı olarak ön plana çıkıyor. Ülkenin Kızıldeniz sahiline inşa etmeye başladığı 500 milyar dolar yatırım bütçeli NEOM şehri ile gelecekte Suudi Arabistan’ın bölgenin en büyük turizm merkezi olması amaçlanıyor. Bu süreçte Suudilerin turizm sektörüne yaptıkları devasa yatırımlar, BAE’de ciddi bir endişeye sebep oldu. Çünkü BAE’nin ekonomik kalkınmasında en büyük paya sahip olan sektörlerden biri turizm.

AA