Paris Anlaşması ulusal katkıların beş yılda bir sunulacağını belirtmekle birlikte katkıların süreleri hakkında kesin bir kural içermiyor.
Prof. Dr. Semra Cerit Mazlum, 1-12 Kasım’da Glasgow’da düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 26. Taraflar Konferansı’nın (COP26) son gününde, zirvede alınan kararları ve atılması beklenen adımları AA Analiz’e değerlendirdi:
Glasgow’da devam etmekte olan COP26’nın en dikkat çekici yanı, 1992’de imzalanan ve 1994’te yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) ile oluşturulan uluslararası iklim rejiminin yapısına ve işleyişine Paris Anlaşması ile getirilen değişikliklerin tam anlamıyla görünür hale gelmesi oldu.
Küresel sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutmayı ve 1,5 derecede sınırlandırmayı amaçlayan Paris Anlaşması, bu amaca taraf ülkelerin kendilerinin belirlediği, bağlayıcı olmayan gönüllü azaltım hedefleri ve eylemleri yoluyla ulaşmayı öngörüyor. Anlaşma içinde ülkelerin 2015’te, 2030 için ilan ettikleri katkıları daha yüksek hedeflerle güncellenmeleri gerekiyor. Fakat bu konuda herhangi bir yaptırım mekanizması bulunmadığından kararların hayata geçirilmesi pek mümkün olmayabiliyor.
COP26’nın başlıca görevlerinden biri de Paris Anlaşması’nın 6. maddesinde tanımlanan sürdürülebilir kalkınma mekanizması, emisyon ticareti ve diğer ortak uygulamaların işleyiş kurallarının karara bağlanması ve ilgili kurumların oluşturulması.
COP26’da da gördüğümüz gibi Taraflar Konferansları bir ölçüde bu iklimi yaratan buluşmalar haline gelmeye başladı. Ayrıca, anlaşmanın genel hükümlerinin ve devletlerin bu kapsamdaki hedeflerinin derinleşen iklim kriziyle mücadele için yeterli olmadığı biliniyor. Devletlerin yanı sıra şirketlerden uluslararası finans kuruluşlarına kadar küresel ekonominin tüm taraflarını bu yönde harekete geçirmek için anlaşmanın yarattığı ivmenin nasıl kullanılacağı söz konusu. Dolayısıyla, Paris Anlaşması sonrasında Taraflar Konferansları bir yanıyla da iklim politikasındaki bu yeni yaklaşımın sahnesi haline getirildi.
Konferansta özellikle ilk hafta, ormansızlaşmanın durdurulması, kömürlü termik santrallere finansman sağlanmaması gibi girişimler, ardından fosil yakıt sübvansiyonlarının sonlandırılması, otomotiv sektöründe fosil yakıtlı araç üretiminin belli bir takvim çerçevesinde sonlandırılması gibi katılımcılar arasında devletlerin, şirketlerin, yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının bulunduğu platformlar, konferansın resmi gündemindeki müzakere konularının önüne geçti. Gönüllü olarak toplanan bu platformların ilan edilen amaçlar doğrultusunda geçip geçmediğini izleyen bir mekanizma olmadığından, karbonsuzlaşmaya ne kadar katkı sağlayabileceklerini ölçmek güç.
Katkı belgelerinin süreleri
Glasgow’da biri BMİDÇS ve Paris Anlaşması kapsamında kendi planlı ve takvimli gündemine sahip resmi müzakerelerin yürütüldüğü, diğeri de daha çok vitrin işlevi görev gayri resmi olarak adlandırılabilecek iki COP’nin sürdüğünü söyleyebiliriz. Konferansın ilk haftasında resmi COP yer yer diğerinin gölgesinde kaldı. Halbuki, Paris Anlaşması’nın iddiasının ayakta tutulabilmesi için COP26’da sonuçlandırılması gereken çok önemli gündem maddeleri söz konusu. Bunların başında ulusal katkı belgelerinin süreleri geliyor.
Paris Anlaşması ulusal katkıların beş yılda bir sunulacağını belirtmekle birlikte katkıların süreleri hakkında kesin bir kural içermiyor. Şu an pek çok ülkenin katkısı 10 yıllık bir dönemi kapsıyor ve bazı ülkeler bu katkıları yeni daha yüksek hedeflerle güncellemeye yanaşmıyor. Ayrıca taraf ülkelere 10 yıl gibi uzun bir dönem boyunca halihazır politikalarıyla devam etme esnekliği veren bu süre anlaşmanın amaçlarıyla uyumlu değil. Taraf ülkeler içinde ilgili sektörler açısından da siyasal olarak yol göstericilikten de uzak. 2016’dan bu yana karara bağlanamayan ulusal katkıların süreleri konusu, bu konferansta çözüm bekliyor.
İklim finansmanı
Taraflar Konferanslarının en önemli konusu elbette iklim finansmanı. Gelişmiş ülkelerin, gelişme yolundaki ülkelere uygulayacakları emisyon azaltımı ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum önlemlerini desteklemek üzere 2020’den itibaren sağlama sözü verdikleri yıllık 100 milyar dolar mali katkı hedefine henüz ulaşılabilmiş değil. 2020 takvimine uyulamadığı gibi, bu miktara gecikmeyle ancak 2025’e doğru varılabileceği anlaşılıyor. Bu da gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında rejimin kurallarına uyma konusundaki güven ilişkisini zedeleyerek, ciddi bir siyasal gerilim yaratıyor.
İlan ettikleri emisyon sınırlandırma veya azaltım hedefleri ile iklim değişikliğinin derinleşen etkilerine karşı mali tablosu ağırlaşan uyum önlemlerini uygulayabilmek için mali desteğe ihtiyaç duyan gelişmekte olan ülkeler ise iklim finansmanı vaatlerini yerine getirmeyen gelişmiş ülkelerin kendilerine yönelttiği ulusal katkılarını güncelleme baskısına karşı direnç gösteriyor. Aslında konferanstaki tıkanıklık da esas olarak emisyon azaltımı ve finansmanla ilgili müzakere başlıkları arasındaki bu bağlantıdan ve tarafların birinde ilerleme sağlanmadan diğerinde ödün vermeme tavrından kaynaklanıyor. Gelişmiş ülkelerin iklim değişikliğine yol açan sera gazı emisyonlarındaki tarihsel sorumluluklarıyla uyumlu ve hakkaniyet gereği olan azaltım eylemini üstlenmeyip, Paris Anlaşması’nın 1,5 derece hedefinin içinde kalabilmek için gerekli azaltım oranına gelişmekte olan ülkelerin azaltım takvimini hızlandırarak ulaşmaya çalıştıkları görülüyor.
Glasgow’da biri BMİDÇS ve Paris Anlaşması kapsamında kendi planlı ve takvimli gündemine sahip resmi müzakerelerin yürütüldüğü, diğeri de daha çok vitrin işlevi görev gayri resmi olarak adlandırılabilecek iki COP’nin sürdüğünü söyleyebiliriz.
Kayıp ve zarar mekanizması
Paris’ten bu yana başlıca fay hatlarından birini oluşturan kayıp ve zarar mekanizması COP26’da daha belirgin bir ayrışma konusu haline geldi. Küçük ada devletleri, en az gelişmiş ülkeler başta olmak üzere iklim değişikliğine bağlı kayıp ve zararlara maruz kalan ülkelerin gereksinmelerini ele almak için oluşturulan mekanizmanın finansman boyutunun bulunmaması, önemli bir eksiklik olmayı sürdürüyor. Bu mekanizmanın, kendilerinin iklim değişikliğindeki tarihsel sorumluluklarının karşılığını ödemek durumunda kalacakları bir tazmin sistemine dönüşmesinden kaygı duyan gelişmiş ülkeler, kayıp ve zararlar için mali destek aracı oluşturmaya ya da var olan mali mekanizmalar içinde buna uygun bir kanal oluşturmaya yanaşmıyor. Görüşmelerin son gün itibarıyla geldiği aşamada gelişmekte olan ülkelerin kayıp ve zarar mekanizmasının finansman boyutu için bir çözüm bulunmadan diğer başlıklarda ilerlemeye kapı aralamayacağı anlaşılıyor.
Sürdürülebilir kalkınma hedefleri
COP26’nın başlıca görevlerinden biri de Paris Anlaşması’nın 6. maddesinde tanımlanan sürdürülebilir kalkınma mekanizması, emisyon ticareti ve diğer ortak uygulamaların işleyiş kurallarının karara bağlanması ve ilgili kurumların oluşturulması. Bu konudaki müzakerelerde çok sayıda sorun nedeniyle ilerleme sağlanamıyor. İlk olarak Avustralya, Hindistan gibi bazı ülkelerin Kyoto döneminde elde ettikleri emisyon kredilerini Paris döneminde kullanarak 2030 hedeflerini bu yolla gerçekleştirme talepleri bulunuyor. Bu, anlaşmanın emisyon azaltma iddiasını zayıflatacak bir sonuç doğuracağından tepkiye yol açıyor. Brezilya gibi bazı ülkelerse bu mekanizmalardan elde edilecek kredilerin hem ev sahibi ülkelerin hem de kredileri kullanacak tarafların hesaplarına kaydedilmesine izin verecek bir yapı arayışında. Bu mekanizmalardan elde edilecek kredilerden az gelişmiş ülkelerin uyum ihtiyaçları için bir pay ayrılması konusunda da taraflar arasında görüş farkları bulunuyor. İklim hareketi ise mekanizmaların uygulanmasında insan haklarına, toplumsal cinsiyet eşitliğine, çevrenin korunmasına, iklim adaletine uygun hareket edilmesini sağlayacak kurallar belirlenmesini istiyor.
ABD ve Çin iklim anlaşması
COP26’da müzakerelerin 2009 Kopenhag benzeri bir yörüngeye girdiği yorumlarının yapıldığı bir aşamada gelen en dikkat çekici gelişme ise ABD ve Çin ikili anlaşmasının açıklaması oldu. Bazı tarafların ve gözlemcilerin müzakerelerin seyrini değiştirmesini umdukları bu ortak açıklamanın gerek içeriği gerekse iki tarafın müzakere pozisyonlarını sürdürmesi nedeniyle beklenen etkiyi henüz yaratmadığı anlaşılıyor. Diğer taraftan, en fazla emisyona sahip olmaları nedeniyle gerek 2 gerekse 1,5 derece sıcaklık artışının ulaşılabilir hedefler olarak kalmasını belirleyecek bu iki ülkenin 2014’te olduğu gibi metan emisyonlarının azaltılması ve teknolojik iş birliği gibi çeşitli alanlarda birlikte çalışmaya devam edeceklerini açıklamaları, müzakereler üzerinde doğrudan bir ivme etkisi yaratmasa da rejim dışındaki süreçleri güçlendirebilir. Ortak açıklamada Paris Anlaşması’nın hem 2 hem de 1,5 derece hedeflerinin anılması, bu anlaşmanın Çin’in henüz 1,5 derece hedefini tek amaç olarak benimsemeye yakın olmadığının işareti olarak görülebilir. Bu anlaşma, Biden yönetiminin başından beri izlediği iklim değişikliğini iki ülke arasındaki diğer sorunlardan ayrı ele alma stratejisinin sonuç vermeye başladığının da bir göstergesi.
Bütün bu gelişmeler ışığında, son gününe neredeyse hiçbir başlığı tamamlanmadan giren COP26’nın 12 Kasım itibarıyla tamamlanması mümkün görünmüyor.