Sedat Peker’in açıklamaları karşısında hiçbir somut adım atılmaması, AK Parti yönetim kadrolarına yönelik güvenirliliği muhafazakâr camianın da sorgulamasına yol açtı. Korkmaz Karaca iddiaları öncesi Peker’in sözleri sadece AK Parti yönetim kadrolarını hedef tahtasına oturtuyordu. Karaca’nın “Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politika Kurulu üyesi” sıfatı, muhafazakâr camiada yaşanan hayal kırıklığını artırdı.
Peker’in açıklamalarını takip eden günde Yeni Akit Gazetesi’ndeki yazısında Abdurrahman Dilipak’ın “Lider fetişizmi” başlığını kullanması dikkat çekti.
Abdurrahman Dilipak’ın “İslam’da ‘Biat’, ‘Kültür’ değil, karşılığında cennetin satın alındığı sözleşmeye sadakati ifade eder. Bunu mutlaklaştırırsanız, onu Allah ve resulü dışında bir kişiye indirgerseniz, bu dini terminolojide onu ilah ve rab edinmek anlamına gelir” ve “Mutlaklaştırılan her şey put olur. Putperest olmak için her yere heykel dikmeye gerek yok. Bu anlamda ‘Modern Putperestlik’ altın çağını yaşıyor. Para da put olabilir, koltuk da” satırlarının altı çizildi.
Dilipak’ın yazısının devamı şöyle;
“Müslümanlar söz dinler doğrusuna tabi olurlar, yanlışına karşı çıkarlar, bir kişi ya da topluluğa, hatta düşmanlarına olan öfkeleri onları adaletten sapıtmaz. Kendi liderlerinin zannını nas gibi algılayıp başkalarının bilgisini zan olarak suçlamazlar. Haklı oldukları zamanda bile, bunu başkalarına karşı “haksızlık yapma hakkı” (!) gibi görmezler. İşte kimi kifayetsiz muhterisler ürettikleri bir liderlik karizması gölgesinde kendi arzularını gerçekleştirmek için “lider” adını kullanabilirler!
“İman ettik demekle yakamızın bırakılıvermeyeceği” gerçeğini artık anlamamız gerek. İslam adına öyle işler yapıyoruz ki, başkaları bize bakıp dinden soğuyorlar. Hani “el emin” olacaktık. Hani “güzel örnek” olacaktık. Hani insanlara güzel söz ve hikmetle hakkı tebliğ edecektik. Bir yanlışı düzeltirken de, yanlış yapanı kazanmayı esas alacaktık.
Aslında gazeteciler, Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, haykıran sesi olması gerekir. Ama durum ortada. Bu anlamda gazetecilerin artırılmış eleştiri özgürlüğü var. Toplumu yönetme iddiasında olanların ise artırılmış tahammül yükümlülüğü vardır. Ama işte halimiz ortada. Ve sonuç da ortada.
Biz kendimizi değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Değişmesi gereken biziz biz! Topluma önderlik edecek kişi, bu toplumun içinden çıkacaktır. Bu anlamda siyaset velayet meselesi değil, vekalet meselesidir. Velayet makamı ilim makamıdır. Vekalet makamındakiler, velayet makamındakilere “ya fetvayı ya da kelleni gönder” deme noktasına gelince nasıl bir imparatorluğun çöküşü hızlandı ise, her zaman ve her yerde ibret alınmazsa tekerrür mukadder olur. Allah’ı unutup din ve devlet büyüklerini terbiye edici ve hüküm koyucu gibi gören topluluklara Allah (cc) geçici bir zaman için onlara fırsat verse de hidayet nasib etmez.”