Faik Öztrak: “Elde kalan bir defalık barutu, hemen seçim öncesinde atacaklar”

FAİK-ÖZTRAK

CHP Sözcüsü Faik Öztrak, partisinin MYK toplantısı hakkında yaptığı basın toplantısında AK Parti iktidarının ekonomik krize karşı politikalarının yetersizliğine dikkat çekti.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, partisinin Merkez Yürütme Kurulu (MYK) gündemiyle ilgili basın toplantısı gerçekleştirdi.

Öztrak, “Erdoğan’ın memleketi Rize’de, ekmeğin fiyatı 1,5 liraydı. Bugün bir ekmek oldu 5 lira. Enflasyon yüzde 12 idi. Bugün oldu yüzde 74. O da TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla… Bugün, Millete verdiği sözleri tutmayan, taahhütlerini yerine getirmeyen müflis bir siyasetçi, cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal ediyor. Kibrine esir olmuş, tek başına, ülkeyi yönettiğini sanıyor” ifadelerini kullandı.

Faik Öztrak’ın açıklamalarının satır başları şöyle oldu:

Siyasetçi söz verir, milletten oy ister. Verdiği sözlerin karşılığını sandıkta hemen alır. Vaatlerini ise sandıktan sonra yerine getirmeye uğraşır. Yani siyasetçi peşin değil, veresiye çalışır. Veresiye çalışan siyasetçinin en büyük sermayesi ise itibarıdır. İtibar da, millete verilen sözlerin tutulmasıyla kazanılır. 2011 seçimlerine giderken Erdoğan milletimize, 2023 için pek çok söz verdi. Yetmedi, bunları devletin Kalkınma Planına da yazdırdı. Millete taahhüdünü resmileştirdi.

Önce, “ Türkiye’yi, Dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri yapacağım ” dedi. Sonuç ne oldu? 1990’da girdiğimiz En büyük 20 ekonomi arasında, artık yokuz. 2023’e bir kala, Erdoğan Türkiye’yi 23. sıraya düşürdü. Erdoğan 2023 için millete başka taahhütler de verdi. “Milli gelirimizi, 2 trilyon dolara çıkaracağım” dedi. Ama bunun yarısını bile gerçekleştiremedi. 2023’e bir yıl kaldı, milli gelirimiz 800 milyar doların altına, 794 milyar dolara düştü.

“Kişi başına düşen gelir, 2023 yılında 25 bin dolar olacak” dedi

“Kişi başına düşen gelir, 2023 yılında 25 bin dolar olacak” dedi. Ama kendi atadığı Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı, “Türkiye fert başına 8 bin 500 dolarla, Fakir bir ülkedir” diyerek, saray ve şürekâsının ülkeyi içine düşürdüğü durumu, TBMM’de itiraf etti. Evet, Saray millete verdiği sözleri tutmadı. 20 yılın sonunda ülkeyi getirdiği yer fakirlik, fukaralık.

Hep söylüyoruz: Gerçeklerin er ya da geç, ortaya çıkmak gibi güzel bir huyu var. Artık hayatın gerçekleri karşında, AK Partililer bile dayanamıyor. “Kral çıplak!” diye bağırıyor. Erdoğan bundan dört yıl önce 19 Haziran 2018’de, milletimizin huzuruna çıkıp başka sözler de verdi: “24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin. Ha ondan sonra bu faizle, şunla, bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” dedi.

Dört yıl önce aldı yetkiyi, millete gösterdi etkiyi… Erdoğan bu sözleri söylediğinde, iki yıllık tahvil faizi yüzde 19 idi. Şimdi yüzde 24. Bir yılda bütçeden ödenen faiz, 62 milyar 419 milyon liraydı. Bugün son 12 ayda ödenen faiz, 221 milyar 280 milyon lira. Bütçedeki faiz harcamaları, dört yılda dörde katlandı. “Faiz sebep, enflasyon netice” safsatasıyla, millet pahalılığa ezdirilirken; faiz lobilerini abat etti.

19 Haziran’da 2018’de, Türkiye’nin borç ödeme risk primi 290 idi. Bugün 820

19 Haziran’da 2018’de, Türkiye’nin borç ödeme risk primi 290 idi. Bugün 820. Yine dört yıl önce Erdoğan yetki istediğinde, dolar kuru 4 lira 71 kuruştu. Bugün 17 lira 33 kuruş. 1 litre benzin 6 lira 29 kuruştu. Bugün 27 lira 63 kuruş. 1 litre mazot 5 lira 75 kuruştu. Bugün 30 lira 10 kuruş. 12 kiloluk ev tüpü 92 liraydı. Bugün 335 lira.

Erdoğan’ın memleketi Rize’de, Ekmeğin fiyatı 1,5 liraydı. Bugün bir ekmek oldu 5 lira. Enflasyon yüzde 12 idi. Bugün oldu yüzde 74. O da TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla… Bugün, Millete verdiği sözleri tutmayan, taahhütlerini yerine getirmeyen müflis bir siyasetçi, cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal ediyor. Kibrine esir olmuş, tek başına, ülkeyi yönettiğini sanıyor.

Teşhisi doğru koyamazsanız, doğru tedavi uygulayamazsınız. Türkiye’yi uçuracak denen ucube saray rejimi sebeptir. Hayat pahalılığı ve yoksullaşma ise sonuçtur. İşe, bu ucube rejimin sandıkta tasfiyesiyle başlamak gerekir. Eski Amerikan başkanlarından Abraham Lincoln ’ün güzel sözüdür: “Bazı insanları, her zaman kandırabilirsiniz. Herkesi, bazen kandırabilirsiniz. Ama herkesi, her zaman kandıramazsınız.”

Milletimiz, Erdoğan’ın ağzından çıkan sözlerin, millete verdiği taahhütlerin yalan olduğunu, yaşayarak görmüştür. Sarayın yandaşları, beslemeleri, oligarkları, beşli çeteleri, her gün biraz daha semirirken, milletimiz her gün biraz daha fakirleşmiştir. Her gün bir başka sıkıntıyla, boğuşmak zorunda kalmıştır.

Ülkede millete oturacak ev bırakmadılar. Milletimiz bıraktık ev sahibi olmayı, artık evinin kirasını ödeyemiyor

“Yabancılara ev satacağız, dolarları alacağız” dediler. Üstüne bir de Türk vatandaşlığını hediye ettiler, Ülkede millete oturacak ev bırakmadılar. Şu anda milletimiz çok ciddi bir konut kriziyle boğuşuyor. Milletimiz bıraktık ev sahibi olmayı, artık evinin kirasını ödeyemiyor. Son bir yılda kiralar, İstanbul’da yüzde 140, Ankara’da yüzde 134, Mersin’de yüzde 146, Antalya’da yüzde 329 zam gördü. Kiracılar perişan.

Ev sahipleri ile kiracıları birbirlerine düşman ettiler. Sonra gelsin pansuman, gelsin aspirin tedavisi. Kiralara geçici narh koydular. Bu da elbette çare olmadı. Ama iş Suriyelilere, İdlib’de 1 milyon ev yapmaya gelince, başta atanmış İçişleri Bakanı olmak üzere, tüm saray şürekâsı seferber oluyor.

Yandaşa gelince de, çare hiç bir zaman tükenmiyor. Sarayın kibirlisi, pandemi, ekonomik kriz, mücbir sebep dinlemeden, dolarla Avroyla verdiği garantileri, bütçeden kuruşu kuruşuna yandaşlarına ödedi. Ödemeye de devam ediyor. Ama İstanbul Havalimanı’nı işleten yandaşların, 1 milyar 195 bin Avro kira bedelini, devlete ödemesine sıra gelince, yandaşlara ihsan, bir kez daha esirgenmedi. Devlete ödenecek kirayı, milletin kesesinden 20 yıl sonraya faizsiz öteledi.

Millete veriyorlar talkını, yandaşa veriyorlar salkımı

Peki, millet kendi ev sahibine çıkıp, kiramı bir yıl ertele diyebiliyor mu? Ne gezer… Dediği anda kapı önünde… Millete veriyorlar talkını, yandaşa veriyorlar salkımı. Saray ele ve yandaşlarına hizmette sınır tanımıyor. Ele ve yandaşlarına müşfik, ama milletimize de bir o kadar nobran.

Geçtiğimiz Aralık ayında Nebati Bakan çıktı: “Kur Korumalı Mevduat nedeniyle, Hazine’den tek kuruş çıkmayacak ” diye millete söz verdi. Bu yılın ilk beş ayında, bütçeden bir avuç mevduat sahibine ödenen, 21 milyar 100 milyon lira. Dahası da gelecek. Bir de KKM nedeniyle, Merkez Bankası kasasından çıkan paralar var. Bunu da henüz kimse bilmiyor. Yetmez tek kalemde tahsilinden vazgeçtikleri, ama sözünü bile etmedikleri, zengin mudilerin Hazineye ödeyeceği, 10 milyar 200 milyonluk vergi var. Sözün kısası, KKM’nin bütçeye maliyeti daha yılın yarısına gelmeden, 31 milyar lirayı aştı.

Döviz kurları almış başını gidiyor. KKM’ın maliyeti her gün katlanıyor. Ama Nebati bakan şimdi çıkmış: “Spekülasyonların aksine, KKM ’nin bütçeye maliyeti sınırlı” diyerek, milletle alay ediyor. 31 milyar lira az bir para mı? Peki, bu yılın ilk beş ayında, 2 milyon 300 bin çiftçi ailesine ne kadar destek verdiler? 19 milyar 900 milyon lira. Bir avuç mevduat sahibine 31 milyar lira, milyonlarca çiftçi ailesine 19 milyar 900 milyon lira. Bunlarda ne izan, ne de insaf kalmış. ekonomide alınan her karar, yapılan her tercih, aynı zamanda bir şeylerden vazgeçiştir.

Erdoğan ve şürekâsı zengini daha zengin ederken, çiftçimizi fukaralaştırmıştır. Bu, gayet bilinçli bir tercihtir. Şu yaz gününde pazar tezgâhlarına, market raflarına yaklaşılamıyorsa, millet evinde tencere kaynatamıyorsa, sebebi işte bu ekonomik tercihlerde aranmalıdır.

Çiftçilerimizin maliyetleri ortada. Geçtiğimiz yıl mazotun litresi 7 lira 31 kuruştu. Bugün 30 lira 10 kuruş. Son bir yılda mazota yapılan zam yüzde 312. Yine son bir yılda, üre gübresi yüzde 253, DAP gübresi yüzde 167 zam gördü. Aynı dönemde, besi yemi yüzde 128, süt yemi yüzde 132 zamlandı. Çiftçi bu girdi maliyetleriyle nasıl ayakta kalacak? TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla bile, tarımsal girdi maliyetleri son bir yılda yüzde 117 artmış. Yine TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla, son bir yılda tarımda üretici fiyatları yüzde 155 artmış.

Sebze, meyve, tahıl ve pirinç gibi, tek yıllık bitkisel ürünlerdeki fiyat artışı ise yüzde 190. Bunlar da ürün daha tarladan çıkarken, ilk elde yaşanan fiyat artışları. Buna bir de taşıma maliyetlerini, pazara gelene kadar aracılık maliyetlerini ekleyin. Durum gerçekten felaket. Ucuza meyve, sebze yemek artık hayal. Çok ciddi bir gıda ve açlık kriziyle karşı karşıyayız.

Kalbi millete karşı mühürlenmiş sarayın, kendi gibi kibirli bakanı çiftçiye hizmeti bırakmış, çiftçiyle uğraşır olmuş

Genel Başkanımızın İzmir’de, çiftçilerimizle beraber olduğu toplantıda, kadın çiftçilerin feryatları yürekleri dağladı. Tarım ve Orman Bakanlığı yememiş içmemiş, toplantıda dertlerini anlatan kadın çiftçilerin kişisel bilgilerini basınla paylaşmış. Aba altından sopa göstermiş. Verdikleri üç kuruşluk paraları, çok marifetmiş gibi anlatmış. Böyle bir zillet ne görülmüştür, ne de duyulmuştur. Kalbi millete karşı mühürlenmiş sarayın, kendi gibi kibirli bakanı çiftçiye hizmeti bırakmış, çiftçiyle uğraşır olmuş. Tarım ve Orman Bakanlığı olarak, gerçekten iş mi yapacaksınız? O zaman Tarım Kanunu’nun emrettiği destekleri, çiftçilerimize zamanında eksiksiz vereceksiniz. Kanun emrettiği ama ödemediğiniz, çiftçiye 273 milyar lira borcunuzu hemen ödeyin. Her bir çiftçi ailesine olan, 124 bin 736 lira 27 kuruş borcunuzu hemen ödeyin. Ama sarayın kibirlisi ve onun gibi kibirli şürekâsı, milleti unutmuş. Halini görmüyor. Derdini duymuyor. Saray ve şürekâsı bunun yerine, milletle alay ediyor.

Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı çıkmış, “ Tarım tarım diye bağırıyoruz, Bize getirdiği para 50 milyar dolar ” diyor. Bütün dünya gıda krizine çözüm ararken, Bu zat, tarım sektörünü küçümsüyor. Yetmez, güya sanayi sektörünü övüyor. Bunları gören de, Türkiye’nin dağını, taşını betonla değil de, fabrikalarla donattıklarını sanır.

Hep söylüyorum; “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.” 1990’larda imalat sanayinin milli gelir içindeki payı, yüzde 22- 23’lerdeydi. Devri iktidarlarında yüzde 19’lara düşürmüşler. Yine bunlar işbaşına geldiklerinde, imalat sanayi ihracatı içinde, Yüksek teknolojili ürünlerin payı yüzde 6,2 idi. Bugün yüzde 3’lerde. Bakan yardımcısı çiftçinin yakasından elini çeksin, işini doğru dürüst neden yapmadıklarının hesabını versin. Tarım ve sanayi birbirinin ikamesi değildir. Tamamlayıcısıdır. İkisi de dış ticarete açık, yani döviz kazandıran stratejik sektörlerdir.

Tüm dünya gıda güvenliği olmadan, ekonomik güvenliğin sağlanamayacağını anladı. Ama akılları ranttan başka bir şeye çalışmayan, bu iş bilmezler anlamadı. Ama sarayda; deli bir değil ki, bağlayasın. Ölü bir değil ki ağlayasın. Millet inim inim inliyor. Ekmek zamlarından bunalan vatandaşlarımız, ucuz bayat ekmek alabilmek için, fırınların önünde kuyruklar oluşturuyor. Memlekette kiracılar ev sahiplerini vuruyor. Ama Sarayın atanmış Çevre-Şehircilik Bakanı çıkmış, Milleti ezip geçen ekonomik krize, “Muhalefetin uydurduğu sahte bir kriz” diyerek, ahkâm kesiyor.

Anlaşılan bu atama bakan da, Nebati bakanın gidici olduğunu anlamış. Boşalacak koltuğa şimdiden göz kırpıyor. Hep diyoruz. Bunlar, sarayın yüksek rakımlarında, Kendilerinden geçiyorlar. Ama milletimiz herkesin ne yaptığını çok iyi görüyor. Kendinden kopanların hesabını kesmek için, artık gün sayıyor. Milletin hesabını sormaya hazırlandığı, bir başka büyük suç daha var. Kayınpeder damat bir oldu. Merkez Bankasının döviz kasasını beraberce boşalttılar. Bugün döviz kasasında, Merkez Bankasına ait tek sent yok. Döviz kasası şu anda 54 milyar dolar açık veriyor. Bu nedenle zorla, ihracatçılarımızın dövizlerine el koyuyorlar.

Ama öbür tarafta da, Hazinenin milletten topladığı vergileri, mevduat hesaplarına yığmışlar. Mayıs sonu itibariyle kamunun mevduat hesaplarında, 500 milyar liradan fazla para var. Asgari ücretli, memur, işçi, emekli, dul yetim zam bekliyor. Ama bu paraya dokunmuyorlar. Daha doğrusu dokunamıyorlar. “Ülke faiz sebep, enflasyon netice” safsatasıyla yönetildiği için, artık kimsede, bu yönetimin enflasyonu düşüreceğine inanç kalmadı. Kendileri de durumun farkında.

Şimdi parayı verirsek, “Millet döviz kıtlığında, dövize saldıracak” diye korkuyorlar

Memura, emekliye, asgari ücretliye şimdi parayı verirsek, “Millet döviz kıtlığında, dövize saldıracak” diye korkuyorlar Ama yandaş müteahhitlere, ve kur korumalı mevduat sahiplerine ödemede kusur etmiyorlar. Anlaşılan elde kalan bu bir defalık barutu, hemen seçim öncesinde atacaklar. “Benden sonrası tufan” deyip, çekip gidecekler.

İnsan omurgası 33 kemikten oluşur. Omurga iskeletin temel kolonudur. Vücudun taşıyıcısıdır. Omurga kırılırsa tedavisi yoktur. Siyasetçinin omurgası ise ilkeleri ve inançlarıdır. Fikri tutarlılık ve doğruluk, siyasetçinin fikri omurgasıdır. Sözünün eri bir siyasetçinin fikri neyse, zikri de odur. “Siyasi şahsiyetlerin geçmişi, sözlerine kefil olmalıdır. Sözleri ileride kendilerinden davacı olmamalıdır.”

Bunlar dünyayı enayi zannediyor. Bu millet enayi değil

Bu hafta Çarşamba günü, Suudi Arabistan’ın Veliaht prensi, Türkiye’ye gelecekmiş. Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan AK Parti Genel Başkanı da, kendisini sarayda kabul edecekmiş. Çinli filozof Konfüçyüs; “ Sözlerinizin yumuşak ve tatlı olmasına çalışın. Gün gelir, yemek durumunda kalabilirsiniz” diye, boşuna dememiş. Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı, İstanbul’da Türkiye Cumhuriyeti topraklarında katledildikten sonra, kendisini şehit ilan eden kimdi? Erdoğan’dı… “Veliaht Prens dedi ki, ‘Cemal Kaşıkçı başkonsolosluktan çıktı.’ Ya Cemal Kaşıkçı çocuk mu? Dışarıda nişanlısı var. Onu alıp ayrılmaz mıydı? Bunlar dünyayı enayi zannediyor. İnsanları enayi zannediyor. Bu millet enayi değil.

Hesabı sormasını bilir” diye, millete ahkâm kesen kimdi? Erdoğan’dı… “Suudi Arabistan belgeleri dinlemek istedi. Ama bir de almak istedi. Ya kusura bakmayın o kadar da değil. Dinletiriz, gösteririz, ama vermeyiz. Ha verelim de bunları ondan sonra yok mu edeceksiniz” deyip , Millete caka satan kimdi? Erdoğan’dı… Yandaş basınlarında bu Veliaht Prens için, “ Seri katil ” diye yazdıran kimdi? Sonra da vermem dediği dosyayı Suudilere 3-5 kuruş SWAP anlaşması için veren kimdi? Ardından tükürdüğünü bir güzel yalayıp, koşa koşa Suudi Arabistan’a giden kimdi? Erdoğan’dı… Bu arada dün, dosyanın Suudi Arabistan’a gönderilmesine Muhalefet şerhi koyan, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı’nın da, İstanbul’dan sürüldüğünü öğrendik.

Bu hukuk insanı yapılan haksızlık karşısında, görevi bırakma kararı almış. yine Gezi davasına muhalefet şerhi koyan hâkimin de, görev yeri değiştirilmiş. Bu yaptıklarınızı milletimizin görmediğini, anlamadığını mı, sanıyorsunuz? Sarayın kibirlisi, etmedik laf bırakmadığı veliaht prensi, şimdi sarayında ağırlamaya hazırlanıyor. Milletimize yaşattığı zilletlere bir yenisini ekliyor. Peki, bu durumda kim enayi oldu? Kim enayi yerine kondu? Bu soruyu 84 milyonun her bir ferdine soruyoruz. Ama şundan da eminiz. Milletimiz feraset sahibidir. Kendisine zillet üzerine zillet yaşatan bu ikiyüzlülerden, dönmekten başı dönen saray ve şürekâsından, yaptıklarının hesabını sandıkta mutlaka soracaktır.

Zalimin zulmü artıyorsa, zevali de yakındır. Saray rejiminin de zevali yaklaştıkça, zulmü artıyor. Seçim öncesinde milletin sesini, soluğunu kesmek için, hazırlıklarını hızlandırdılar. Sosyal medyada, sarayın hoşuna gitmeyen paylaşımlara, 1 yıl ile 3 yıl arasında hapis cezası getiriyorlar. Teklifin komisyon görüşmelerinde, Yargıtay’ın da görüşüne başvurulmuş.

Yargıtay 8. Daire Üyesi Hâkim İhsan Baştürk, “Ceza hukuku açısından, Suçlu ve cezada belirlilik ilkesi gereğince”, bu yasa teklifi sakıncalı demiş. Vay efendim sen misin bunu söyleyen, AK Parti ve MHP’li üyeler komisyonda, Yargıtay Hâkimine bir ton laf etmişler. Çünkü maksat farklı. Ama hala şunun farkında değiller. Bu ülkede artık korku duvarları çoktan yıkıldı. AK Partililiği sorgulanmayacak insanlar bile, “Kral çıplak” diye bağırıyor.

Şimdiden söyleyelim. Teklif bu haliyle yasalaşırsa, biz Anayasadan doğan yetkilerimizi kullanıp, bu yasanın iptali için Anayasa mahkemesinde dava açacağız.

Hiç kuşku yok. Önümüzdeki seçim Türkiye Cumhuriyetinin en önemli seçimidir. Bu seçimde iki aday değil, iki anlayış yarışacak. Bir tarafta otoriter, baskıcı bir yönetim anlayışı. Diğer tarafta demokratik, özgürlükçü bir yönetim anlayışı. Bir tarafta ucube bir tek adam rejimi. Diğer tarafta çoğulcu demokratik bir yönetim. Bir tarafta millete yukarıdan bakan, kibirli bir zihniyet, diğer tarafta milleti kucaklayan, mütevazı bir anlayış. Bir tarafta sözlerini tutmayanlar, millete taahhütlerini yerine getirmeyenler, Diğer tarafta da sözünün eri olan, millete doğruları söyleyenler.

Biz milletimize çağrımızı bir kez daha tekrarlıyoruz: “Ülkede hak, hukuk, adalet olsun” diyorsanız, bize katılın. “Sofralarda Halil İbrahim bereketi olsun” diyorsanız, bize katılın. “Hiçbir çocuk yatağa aç girmesin” diyorsanız, bize katılın. “Bu ülke ilk 10 ekonomi arasına girsin” diyorsanız, bize katılın. “Gençlerimizin işi, gücü olsun, ülkesinden gitmesin” diyorsanız, bize katılın. “Çiftçi tarlasını ekip, biçsin, kazansın” diyorsanız, Bize katılın. “İş insanları rahat rahat yatırım yapsın” diyorsanız, bize katılın. “Hak eden, hak ettiğini alsın. Siyasi kayırmacılık son bulsun” diyorsanız, bize katılın. “Tüyü bitmemiş yetimin hakkı yenmesin” diyorsanız, bize katılın. “ Suriyeliler davul ve zurnayla evlerine dönsün ” diyorsanız, bize katılın. “Kanla kurulmuş bu devletin vatandaşlığı, dolarla, avroyla satılmasın” diyorsanız, bize katılın. “Bu ülkenin taşı, toprağı, deresi, denizi talan edilmesin” diyorsanız, bize katılın. Bize katılın. Hep beraber kucaklaşıp, helalleşelim. Bu ülkenin aydınlık geleceğini birlikte inşa edelim. Bu topraklarda kula kulluğu bitirelim. Kul hakkı yiyenlerden de hesabını soralım. Çağrımız size, katılın bize…