ABD’nin iyice kenara çekildiği Orta Doğu siyasetinde devletler, bölgesel güç dengesini gözeterek güvenlik açıklarını kapatmaya çalışmakta ve ulusal güvenliklerine yönelik muhtemel tehditlerle baş başa kalmak istememekteler.
ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin yankılarının sürdüğü şu günlerde Orta Doğu siyasetinde de hızlı gelişmeler yaşandığına şahit oluyoruz. Diplomasi hız kazanıyor ve gergin ilişkilere sahip devletler karşılıklı yumuşama emareleri gösteriyor. Bu sürecin sadece birkaç ülkeyle sınırlı olmadığını ve neredeyse bölgedeki tüm aktörlerin benzer davranışlar sergilediğini söylemek mümkün. Arap İsyanları sürecinde bölgede artan çatışma ve gerilimin yerini, şimdilerde devletlerin dış politikalarında restorasyon temelli bir yaklaşıma bıraktığı artık aşikâr. Peki Orta Doğu’da iş birliği süreci neden ivme kazanmaya başladı?
Küresel siyasette güç boşluğu
11 Eylül 2001 tarihi, ABD dış politikası açısından elbette önemli bir dönüm noktası olmakla birlikte gerçek mahiyetinin aksettiği coğrafya Orta Doğu bölgesi oldu. Önce Afganistan ve ardından Irak’a yönelik ABD öncülüğündeki askeri müdahaleler, Orta Doğu coğrafyasındaki kaosu derinleştirdi. Soğuk Savaş sonrası uluslararası siyasetteki tek süper güç olmanın verdiği özgüvenle hareket eden Washington yönetimi, sert gücü sonuna kadar kullandı ve küresel güvenlik maliyetlerinin tümünü üstlenmeyi tercih etti.
Bununla birlikte başta Orta Doğu coğrafyasında ABD’nin yüzleştiği sorumluluklar ve Çin gibi süper güç olma yolunda ilerleyen aktörlerin Washington’ın konumunu tehdit etmeye başlamasıyla ABD yeni bir stratejik yaklaşım ortaya koydu. Başkan Barack Obama ile ABD’nin süper güç konumunu sürdürebilmesi için küresel güvenlik maliyetlerinden kurtulması gerektiği inancı, ABD dış politikasının temel önceliklerinden biri haline geldi ve eski Başkan Donald Trump döneminde de bu yaklaşım sürdürüldü.
Orta Doğu’da son dönemde ikili ilişkilerde yumuşama emareleri görülen örneklerden birisi de Türkiye-BAE ilişkileri. Arap İsyanları sürecinde taban tabana zıt bölgesel vizyonlara sahip olan bu iki ülke, birçok gerilim alanında doğrudan karşı karşıya geldi. Libya, Suriye, Doğu Akdeniz, Filistin meselesi ve Katar başlıkları başta olmak üzere bölgesel konularda çok farklı davranışlar sergileyen Ankara ve Abu Dabi, her ne kadar 2016 yılında benzer bir yumuşama sürecine girmiş olsa da kısa süre içinde yine ayrıştılar.
Uluslararası sistemdeki en güçlü aktör olmasına rağmen gelecek projeksiyonunda hâlâ başat güç pozisyonunu sürdürebilmesini özellikle askeri olarak geri çekilmeye indirgeyen ABD, bu politikasını Orta Doğu’da yürürlüğe geçirdi. 2010 yılında Irak’tan çekilen ABD, Arap İsyanları sürecinde Orta Doğu’daki gelişmeleri kenardan izlemeye ve askeri olarak müdahil olmamaya azami özen gösterdi. Aradan geçen on bir yılın ardından Afganistan’dan çekildiğini duyuran ABD, ardında güç dengesinin büyük oranda değişmediği ancak daha çatışmacı dinamikler barındıran bir Orta Doğu bıraktı.
Elbette ABD’nin askeri olarak geri çekilmesi küresel hegemon imajını zayıflatıyor gibi görünse de güç kapasitesi hâlâ diğer küresel aktörlerin çok ötesinde. Ancak bu veri küresel süper güç korumasına fazlasıyla alışmış devletlerin güvenlik ve dış politika davranışlarını değiştirmeyeceği anlamına gelmiyor. Zira her ne kadar ABD küresel süper güç olarak uluslararası sistemdeki statüsünü ve rolünü sürdürse de artık müttefiklerine sınırsız güvenlik taahhütlerinde bulunduğu günleri çok geride bırakmış durumda. Dolayısıyla ABD’nin güvenlik ve dış politika tercihlerine göre hareket eden aktörler, ortaya çıkan güç boşluğu koşullarına göre dış politika davranışlarını güncellemeye çalışıyor.
Devletlerin dış politikada uzlaşı ve iş birliğini öne çıkaran davranışları, diplomasinin güç kazanmasını ve ikili ilişkilerde yumuşamayı beraberinde getiriyor. Aslında bir bakıma uluslararası sistemin koşulları gereği aktörlerin yumuşak davranışlar sergilemeye mecbur kaldıkları söylenebilir.
Orta Doğu’da diplomasi güç kazanıyor
ABD’nin Orta Doğu siyasetinde hâlâ en belirleyici güç olduğunu unutmamak kaydıyla bölgesel aktörlerin yeni döneme hızlı bir şekilde adapte olmaya çalıştıklarını söylemek mümkün. ABD’nin geçtiğimiz ay Afganistan’dan çekilmesiyle askeri olarak Orta Doğu’da yakın gelecekte inisiyatif üstlenmeyeceğini hesap eden bölgesel aktörler, dış politika stratejilerini, küresel gücü unutmadan lakin bölgesel güç dengesini önceleyerek revize etmeye başladılar. Nitekim Arap İsyanları sürecinde kendi güç kapasitesinin çok üzerinde hareket eden aktörler, bunu ancak büyük gücün verdiği destekle mümkün kılabilmişti.
Gerek ABD’nin bölgeden çekilmesi gerekse Arap İsyanları sürecinde aktörlerin kendilerine çok düşman biriktirmiş olmaları elbette yeni dönemde yüklenmesi zor bir maliyet olarak duruyor. Bu sebeple Orta Doğu’daki güçler yeni döneme intibak etmek adına çatışmacı ve agresif dış politika yerine, iş birliğini önceleyen ve diplomasiyi güçlü tutmaya çalışan adımlar atıyorlar. Orta Doğu’daki devletlerin bu davranışlarındaki temel motivasyon ise Arap İsyanları sürecinde edindikleri gerilimlerin şerrinden emin olmaya çalışmak. Zira ABD’nin iyice kenara çekildiği Orta Doğu siyasetinde devletler, bölgesel güç dengesini gözeterek güvenlik açıklarını kapatmaya çalışıyorlar, zira ulusal güvenliklerine yönelik muhtemel tehditlerle baş başa kalmak istemiyorlar.
Bu açıdan bakıldığında Orta Doğu’da hemen her devletin eski gerilimleri bir tarafa bırakmaya özen gösterdiği ve kendisine en yüksek maliyeti çıkarması muhtemel olan aktörle yumuşama dönemine girmek istediği görülüyor. Devletlerin dış politikada uzlaşı ve iş birliğini öne çıkaran davranışları, diplomasinin güç kazanmasını ve ikili ilişkilerde yumuşamayı beraberinde getiriyor. Aslında bir bakıma uluslararası sistemin koşulları gereği aktörlerin yumuşak davranışlar sergilemeye mecbur kaldıkları söylenebilir. Aksi takdirde büyük güç koruması olmadan güvenlik sorunlarıyla tek başına baş etmek epeyce riskli bir tercih olacaktır. Son dönemde Suudi Arabistan-İran, Türkiye-Mısır, Suudi Arabistan-Hamas, Türkiye-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar-Suudi Arabistan/BAE gibi Orta Doğu siyasetinde genel bir yumuşama havasının mevcut olması aslında yukarıda çizilen çerçevenin bir sonucu olarak karşımızda duruyor.
Türkiye-BAE ilişkileri
Orta Doğu’da son dönemde ikili ilişkilerde yumuşama emareleri görülen örneklerden birisi de Türkiye-BAE ilişkileri. Arap İsyanları sürecinde taban tabana zıt bölgesel vizyonlara sahip olan bu iki ülke, birçok gerilim alanında doğrudan karşı karşıya geldi. Libya, Suriye, Doğu Akdeniz, Filistin meselesi ve Katar başlıkları başta olmak üzere bölgesel konularda çok farklı davranışlar sergileyen Ankara ve Abu Dabi, her ne kadar 2016 yılında benzer bir yumuşama sürecine girmiş olsa da kısa süre içinde yine ayrıştılar.
2010 yılında Irak’tan çekilen ABD, Arap İsyanları sürecinde Orta Doğu’daki gelişmeleri kenardan izlemeye ve askeri olarak müdahil olmamaya azami özen gösterdi. Aradan geçen on bir yılın ardından Afganistan’dan çekildiğini duyuran ABD, ardında güç dengesinin büyük oranda değişmediği ancak daha çatışmacı dinamikler barındıran bir Orta Doğu bıraktı.
Bölgesel düzene ilişkin farklı tasavvurların olmasının yanı sıra BAE’nin bölgede Türkiye’yi sınırlandırmaya yönelik hamleleri elbette ikili ilişkilerin gerilmesini hızlandıran ana faktörlerin başında geliyor. Çoğu zaman ideolojik bir gerilim olarak sunulmaya çalışılan ancak tamamen bölgesel güç mücadelesinin bir yansıması olarak karşımıza çıkan bu gerilim, ikili ekonomik ilişkilerde ise büyük bir değişikliğe sebep olmadı ve Türkiye ile BAE arasında ekonomi alanında güçlü ilişkiler devam etti. Son dönemde ortaya çıkan yumuşama ise bir taraftan küresel siyasette yaşanan gelişmelerin diğer taraftan bölgedeki Amerikasız stratejik hesaplamaların bir tezahürü. Elbette ABD hâlâ bölgedeki en belirleyici aktör. Fakat BAE açısından bakıldığında Afganistan sonrası Çin’den Kıta Avrupası’na kadar uzanan hatta ciddi bir güvenlik riski oluşmuş durumda. Nitekim BAE’nin her ne kadar Çin’le ilişkileri son derece iyi olsa da Pekin yönetiminin İran’la ilişkileri hâlâ problem. İlaveten Taliban yönetimindeki Afganistan’da BAE ve Suudi Arabistan’ın özgül ağırlıklarını yitirdikleri ve bu boşluğu Katar’ın son derece başarılı bir şekilde doldurduğu görülüyor.
Hem Katar’ın hem de İran’ın yeni dönemde Afganistan’da güçlü bir konuma sahip olmaları da BAE’yi endişelendiriyor. Öte yandan BAE’nin, Taliban’la ilişkilerini daha pragmatik temeller üzerine kurmaya ve bu anlamda Suudi Arabistan’ın sert Taliban karşıtı pozisyonundan kendisini kurtarmaya çalıştığı söylenebilir. Dolayısıyla BAE’nin Türkiye ile yakınlaşmaya çalışması son derece rasyonel bir tercih. Elbette Türkiye’nin de bu yumuşama sürecinden kazançlı çıktığını ve BAE ile iş birliğinden fayda sağladığı açık.
Sonuç olarak ABD’nin askeri bakımdan Orta Doğu’dan çekildiği bir dönemde, nispeten zayıf aktörlerin güç kapasitelerinin ötesinde attıkları adımları geri aldıkları, bozulan ilişkileri restore etmeye çalıştıkları görülüyor. Orta Doğu’da konvansiyonel tehditleri gelecek projeksiyonları açısından minimize etmeye çalışan aktörler bu sebeple yeni dönemde iş birliği merkezli bir dış politika izliyorlar.
Yazan: Dr. Abdullah Erboğa Körfez ülkeleri, silahlanma ve savunma sanayii alanlarında akademik çalışmalarına devam etmektedir