Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Osman Kavala, kendisi hakkında ileri sürülen iddialarla ilgili sorulara yanıt verdi.
Yargılama sürecinde yaşananlarla yalnızca Türkiye’de değil, uluslararası kamuoyunda tepki çeken ve şimdiden hukuk tarihine bir ‘skandal’ olarak adını yazdıran Gezi Parkı davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Osman Kavala, BBC Türkçe’nin sorularını yanıtladı.
Kavala, hakkında hüküm verilene dek hiçbir somut gerekçe bulunmadan 1637 gün cezaevinde tutulmuştu. Bu süreçte başta Erdoğan ve iktidar çevreleri tarafından hedef gösterilen Kavala’ya BBC Türkçe’den Mahmut Hamsici’nin yönelttiği sorular ve Kavala’nın bunlara verdiği yanıtlar şöyle:
‘Ergenekon Davası’nın derinleştirilmesi için imza attım’
Kamuoyunda bazı kesimler sizin geçmişte Ergenekon ve Balyoz gibi davalara destek olduğunuzu öne sürüyor. Siz daha önce de bu konudaki tavrınızı açıklamıştınız. Ancak o dönem o davalara hem hukuki hem de siyasi olarak nasıl baktığınızı biraz daha ayrıntılı olarak aktarır mısınız?
Ergenekon davası başlamadan önce Susurluk kazası yaşanmış, bazı devlet görevlilerinin kriminal nitelikte faaliyetlerle ilişkileri ortaya dökülmüştü. Kürt siyasetçilere ve iş adamlarına yönelik suikastların JİTEM diye bilinen bir yapılaşma tarafından gerçekleştirildiğine dair güçlü iddialar vardı. Bu konuda Kutlu Savaş oldukça kapsamlı bir rapor hazırlamış olmasına rağmen, kamuoyunu tatmin edecek adımlar atılmadı. Arkasından bazı güvenlik görevlilerinde dahil olduğu Hrant Dink cinayeti ile sarsıldık.
Bu ortamda başlayan Ergenekon davasında Güneydoğu’da faaliyette bulunmuş bazı güvenlik görevlilerinin tutuklanması, bu davanın karanlık ilişkileri aydınlatacağına dair umut duymamıza neden oldu, davanın bu yönde derinleştirilmesi gerektiğine dair bir bildiriye ben de imza attım. Ancak Ergenekon iddianamesinin bu tür ilişkileri, işlenmiş somut suçları araştırmayıp hükümete karşı darbe teşebbüsü iddiasını eksen alması, gazetecilere, öğretim üyelerine, sivil toplum kuruluşlarında çalışanlara doğru yayılması ve Gülenci yayınlar tarafından militanca desteklenmesi, davanın amacıyla ilgili ciddi şüpheler duymama yol açtı. Sivil toplum çalışmalarını yakından izlediğim ve derin saygı beslediğim Türkan Saylan’ın evinin aranması benim için bardağı taşıran damla oldu.
Hukukçu Haluk İnanıcı ile birlikte kaleme aldığımız, Ergenekon davasındaki hukuksuzluklara dikkat çeken, yapılanı Engizisyon uygulamalarına benzeten yazımız Haziran 2009 tarihinde Express dergisinde yayımlandı. Balyoz davası başladığında Gülenci yapılaşmanın Emniyet’te olduğu gibi yargıda da etkin olduğu ve kriminal nitelikte faaliyetler yürüttüğüne dair kanaatlerim oluşmuştu. Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in yaptığı titiz çalışma sayesinde de iddianamede kullanılan delillerin düzmece olduğunu net bir şekilde anladım, bu durumun tanıdıklarım tarafından da anlaşılması için gayret gösterdim. Dava sonuçlanınca, bunun hukuk normlarına göre yürütülmemiş bir siyasi dava örneği olduğu konusundaki kanaatimi Radikal gazetesinde yayınlanan yazımda ifade ettim. Ergenekon ve Balyoz davaları Gülenci yapılaşmanın yargıda da etkin olduğunu ve burada büyük bir tehlike teşkil ettiğini anlamamı sağladı.
Bazı açıklamalarınızda, yargılandığınız davalar ile Ergenekon ve Balyoz gibi davalar arasında paralellikler kurdunuz. Bu davaların hangi açılardan benzer olduğunu düşünüyorsunuz?
Temel benzerlik yargının siyaseten sakıncalı görülen kişileri tasfiye etmek, cezalandırmak için kullanılması. Bunun için suç sayılan bir faaliyette bulunmamış, birbirleriyle yakın ilişkisi olmayan, hatta birbirini tanımayan insanların gizli bir örgüt olarak hareket ettikleri, darbeye zemin hazırladıkları, bunun için kaos ortamı yarattıkları gibi keyfi suçlamalar kurgulanıyor. Bu davalarda hukuk normlarına değil, siyasi önceliklere, siyasi mesajlara göre davranılıyor.
‘Seçimlere kadar baskıcı politikalar devam edecek’
Sizce üzerinden uzun bir zaman geçmesine karşın iktidarın Gezi eylemlerine olan ilgisinin sebebi nedir? Sizce neden Gezi eylemleriyle bir hesaplaşma görüntüsü var?
Gezi protestolarına yüz binlerce kişi katıldı, bunların katılma nedenleri farklılık göstermiş olsa da özgürlüklerin kısıtlandığına dair endişenin, güvenlik güçlerinin aşırı ve kuralsız güç kullanımına olan tepkinin, protestoların yaygınlaşmasına yol açtığı kabul gören bir gerçeklik. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yaşananlar, özellikle de başkanlık sistemi benzer endişelerin artmasına yol açtı. Öyle anlaşılıyor ki seçimlere kadar olan süreçte baskıcı politikalar artarak devam edecek. Böyle bir ortamda Gezi’nin dış güçlerce hükümeti devirmek için sahneye konmuş bir kalkışma olduğu kurgusunun ve bunu teyit eden yargı kararının dış düşman eksenli siyasi söylemi sürdürmek için kullanılacağını tahmin ediyorum. Olayın sadece geçmişle ilgili bir hesaplaşma değil, önümüzdeki dönemde yaşanacaklarla ilgili olduğunu düşünüyorum.
“Sorosçuluk”, Türkiye’de esrarengiz bir konuya dönüşmüş durumda. Bu esrarengizliği biraz geride bırakmak adına, George Soros’un ve onunla bağlantılı kuruluşların Türkiye’deki çalışmalarını anlatır mısınız?
“Sorosçuluk”un Türkiye’de esrarengiz bir konuya dönüşmüş olmasında Soros’un ülke aleyhine gizli ve yıkıcı faaliyetler gösterdiğine dair iktidar çevrelerinden gelen iddiaların önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Soros’un Yahudi olması da gizli ve sinsi planlar yürüttüğüne dair söylemlere çekicilik unsuru kazandırıyor.
Casuslukla suçlandığım ikinci iddianamede Soros’a bağlı kuruluşların, evrensel kültürü yayarak milli kültürleri yozlaştırdığı ve böylece dünya üzerinde hakimiyet kurmaya çalıştıkları iddia edilmiş. Bu, malum, Yahudilerle ilgili antisemitist komplo teorilerini akla getiriyor.
Ülkemizde Soros’la bağlantılı olan tek kuruluş Açık Toplum Vakfı’ydı. Avrupa Birliği’nin demokratikleşme programlarıyla tamamen örtüşen konularda sivil toplum projelerine destek sağlıyordu. Hangi projelere ne kadar destek sağlamış olduğunu da web sitesinde, yayınlarında kamuya açıklıyordu. Ülkemizde Soros’un bilinenlerin dışında gizli faaliyetler yürütmüş olduğu iddiası ideolojik bakış açısını yansıtan bir komplo teorisi ürünü.
Sizin George Soros ve onunla bağlantılı kuruluşlarla ilişkiniz tam olarak nasıldı?
Ülkemizde Açık Toplum Vakfı kurulmadan önce Soros kaynaklı fonlardan sivil toplum kuruluşlarına destek, bir irtibat ofisi aracılığıyla gerçekleştiriliyordu. Beni de projeleri değerlendiren danışma kuruluna davet etmişlerdi. Sonra, destek faaliyetlerinin daha kurumsal ve şeffaf bir niteliğe kavuşması için Türk yasalarına göre bir vakıf kurulmasına karar verildi. Ben de kurucular arasında yer aldım ve yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptım. Hiçbir zaman diğer yönetim kurulu üyelerinden farklı bir konumum, yetkim olmadı.
‘Türkiye Ukrayna ya da Gürcistan değil’
Sizce George Soros’la bağlantılı bir kuruluş tarafından maddi kaynak verilen bir kuruluşun veya projenin siyasi olarak tamamen bağımsız olması mümkün mü?
Vakıftan destek almak için yollanan projeleri, konularına hakim, saygınlığı olan yurttaşlarımızdan oluşan danışma kurulu inceler, olumlu bulduklarını Yönetim Kurulu’nun onayına sunar. Ben siyasi saiklerle herhangi bir projeye müdahale edildiğini ya da projenin reddedilmiş olduğunu hatırlamıyorum. Ancak, siyasi girişim olarak anlam taşıyan projeleri gerçekleştirenler, siyasi tavrı yansıtan faaliyetler yürütenler, zaten destek için Açık Toplum Vakfı’na başvurmazlar. Böyle durumlarda Açık Toplum’dan fon desteği almanın uygun olmadığı, damgalanmaya neden olacağı açıktır. Doğrusu ben de, katıldığım siyasi nitelikli girişimler için Açık Toplum Vakfı fonlarından yararlanmayı hiç düşünmedim. Türkiye bir Ukrayna ya da Gürcistan değil, uzun yıllara dayanan demokratik muhalefet geleneğine, güçlü siyasi dinamikleri sahip bir ülke. Sivil toplum alanında yürütülen projelerin siyasi dengeleri etkilemesi söz konusu değil.
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde iktidar çevrelerinin, hem George Soros hem de onunla ilişkili kuruluşlarla bir dönem ilişki kurduklarını görüyoruz. Bu ilişkiye dair gözlemleriniz nelerdir? Bu nasıl bir ilişkiydi? Ve sizce ne zaman ve neden iktidar çevreleri George Soros ve çalışmaları karşısında eleştirel bir konuma geçti?
Soros’la ilgili iktidara yakın bazı yayın organlarında olumsuz, suçlayıcı yayınlar oluyordu, ancak George Soros ülkemizi ziyaret ettiğinde hükümet yetkilileri ile de görüşürdü. En son 2015’te böyle bir görüşmenin olduğunu biliyorum. Soros’un hükümet aleyhine faaliyet gösterdiği, hükümeti devirmek için Gezi kalkışmasını planladığı, finanse ettiği şeklindeki uçuk komplo teorisi gerçekten çok çarpıcı bir gerçeklik sonrası dönemi ürünü. Sanırım, hükümeti devirmek için dış güçlerin saldırılarda bulunduğu söylemine somut bir dayanak bulunamadığından Soros etrafındaki gizlilik algısı kullanılarak bir dış düşman yaratılıyor ve Sorosçuluk, suç sayılmayan faaliyetleri kriminalize etmek için muğlak bir suçlama olarak kullanılıyor.
‘Batı benim için pazarlığa girmez’
Türkiye’de bazı yorumcular sizin, iktidar çevreleri ile Batı arasındaki pazarlıklar kapsamında ‘rehin’ tutulduğunuzu öne sürüyor. ‘Rehine’ olduğunuz yorumuna katılıyor musunuz?
Tutuklanmam ve cezalandırılmam hukuk kuralları çiğnenerek, yasalarla oynanarak gerçekleşmiş olduğu için rehine olarak görülebilirim. Ancak Gezi davasının bu şekilde sonuçlanması bu sürecin iç siyasetle ilgili olduğunu göstermiş oldu. Ben Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olduğum için hiçbir Batı ülkesi beni özgürlüğüme kavuşturmak için pazarlığa girmez. Devletlerin yükümlülüğü kendi yurttaşlarının can güvenliğini ve özgür yaşama haklarını güvenceye almaktır, kendi yurttaşlarının haksızlığa uğramaması için pazarlık yapabilirler.
Avrupa Konseyi’nin ihlal sürecini nasıl yorumluyorsunuz?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) Türkiye’nin AİHM kararını uygulayıp uygulamadığına dair bir değerlendirme yapması istendi. Gezi davası kararı ile zaten önceki AİHM kararının hiçe sayıldığı, bunu etkisiz hale getirmek için casusluk suçunun kurgulandığı teyit edilmiş oldu. AİHM’in kararın uygulanmadığı yönünde bir değerlendirme yapacağını düşünüyorum. Ancak Avrupa Konseyi’nin yaptırım konusunda nasıl bir karar alacağını tahmin edemem. Ben, hukuksuzlukları ayrıntılı bir biçimde tespit eden AİHM kararının, yaptırımlardan bağımsız olarak, önemli olduğunu düşünüyorum. Bu kararın yargımızdaki sorunların anlaşılması için, yargıda hukuk normlarını savunan savcı ve yargıçlar için önemli olacağına inanıyorum. Maalesef Anayasa Mahkemesi (AYM) benim tutuklanmalarımla ilgili düzeltici işlevini yerine getiremedi. Başkanın ve kıdemli üyelerin çok net ihlal olduğuna dair tespitlerine rağmen.