Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ile yaptığı görüşme için “Adeta bir saat önce ve bir saat sonra politikalarımız değişebiliyor. Böyle bir siyaset yapar hâle geldik. Hele de son gelişmelere baktığımız zaman aklımız başımızdan gidiyor. Artık buna ‘U dönüşü’ demek yetersiz kalıyor. Buna giderek damgasını vuran bir Sayın Cumhurbaşkanımız var. ‘Erdoğan dönüşü’ tabiri siyasi literatüre girdi bile” dedi.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, bugün haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmeler yaptı. Eski Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı ilahiyatçı Prof. Dr. Raşit Küçük’ün ölümü nedeniyle başsağlığı dileyerek konuşmasına başlayan Karamollaoğlu, Düzce’deki depreme ilişkin de “Hepimizi endişelendirdi. Ne kadar uyanık olmamız gerektiğini ne kadar hazırlıklı olmamız gerektiğini bize bir kere daha hatırlattı” dedi. Geçen hafta parti olarak Avrupa teşkilatlarını ziyaret ettiklerine de değinen Karamollaoğlu, şöyle konuştu:
“Avrupa’da yaşayan kardeşlerimiz İslamofobi sorunuyla karşılaşıyor”
Maalesef görüyoruz ki, ırkçılık ve İslamofobi başta olmak üzere Avrupa’da yaşayan kardeşlerimizin çok ciddi sorunları var. O ülkelerdeki yönetimler ve yaşayan insanlar tarafından giderek birtakım tepkiyle karşılaşıyorlar ama bunun yanında sıla yolculuklarında yaşadıkları sıkıntılar, beklemeler; özellikle yaz aylarında ve aralık ayında astronomik seviyelere çıkan uçak bilet fiyatları, ülkemize gelip giderken yaşadıkları sınırlardaki birçok problem onları da üzüyor. Biz buradan onlara bu problemleri tamamıyla ilgilendiğimizi, ortaya çıkacak başka problemlerle de ilgileneceğimizi ve inşallah bu problemlerin tamamını çözeceğimizi vaat ettik.
“Terörle mücadelenin siyasi partisi olmaz”
Memleketimize dönersek, son günlerde maalesef artan hain terör saldırıları yüreklerimizi yakmaya devam ediyor. Gaziantep Karkamış’a hain terör örgütü tarafından alçakça düzenlenen roket saldırısında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha buradan rahmet diliyorum, yaralılara da acil şifa temennisinde bulunuyorum. Milletimizin başı sağ olsun. Terörle mücadele operasyonlarında Türk Silahlı Kuvvetleri’mize ve diğer tüm güvenlik güçlerimize başarılar diliyorum. Bir kez daha altını çizerek ifade ediyorum ki terör ve siyasi kazanç asla bir araya gelmeyecek iki mefhumdur. Terörle mücadeleden kazanç devşirmeye yönelik yaklaşımları özellikle önemsediğimizi ifade etmek istiyorum. Terör ve terörle mücadelenin ırkı, dini, mezhebi ve siyasi partisi olmaz. Meseleye böylece yaklaşmak gerekir. Bir bütün olarak, ülke olarak terörle mücadele edilmelidir. Bunu biz siyasi bir parti olarak bu mücadeleleri sürdürüyoruz. ‘Buradan da bir menfaat bekliyoruz’ anlayışı ülkemize de vatandaşlarımıza da kesinlikle zarar verir.
“Hükümet sandık önünde millete hesap vermek mecburiyetinde”
Nasıl ki terör hepimizi hedef alıyorsa, terörle mücadelede de hepimiz ortak mücadele etmekte kararlılık göstermeliyiz. Terör ve terörle mücadele üzerinden toplumumuzu kutuplaştırmak isteyenlere özellikle sesleniyorum. Aklınızı başınıza alın. Bundan kesinlikle siz de fayda görmezsiniz, ülkemiz de. Hiç kimse patlayan bombalar, yitirilen canlar ve Mehmetçiklerimizin mücadelesi üzerine siyasi hesap yapmaya kalkmamalı. Biz benzer senaryoları defalarca tecrübe etmiş bir milletiz. Bunu da unutmamalıyız. Bugüne kadar ne teröre boyun eğdik ne de terör üzerinden siyaset yapanlara prim verdik biz. Herkes şunu bilmelidir ki devlet devlettir. Hükümet hükümettir, terör de terördür. Bunu söylerken neyi kastettiğimi ümit ediyorum ki, kardeşlerimiz biliyorlar ama hatırlatmakta da fayda var. Devlet hepimizin devletidir. Terör 85 milyon insanımızı hedef alıyor ve hep birlikte terörü lanetlemekle mükellefiz. Hükümet ise yanlışıyla doğrusuyla sandık önünde millete hesap vermek mecburiyetindedir. Terörle mücadele ise bir siyasi partinin değil, ülke ve millet olarak hepimizin mesuliyeti altındadır. Artık bu ayrımları herkes çok iyi idrak etmeli, sapla samanı kimse birbirine karıştırmamalıdır.
“Dost ve düşman tanımını iyi yapamayanların zikzakları…”
Terörle mücadelede, diğer tüm alanlarda atılacak adımlar yakından ilgilidir. Terörle mücadelede adalet, eğitim, ekonomi gibi başlıklardan bağımsız olarak meseleye yaklaşamayız. Ancak terörle mücadele söz konusu olunca dış politika bunların hepsinden öne çıkar. Bunu da unutmamalıyız. Yıllar evvel dış politikada atılan ve önemsizmiş gibi görünen küçük bir yanlış adım, bugün terörü etkileyecek büyük gelişmelere sebep olmaktadır. Dost ve düşman tanımını iyi yapamayanların zikzakları, bugün hâlâ bu ülkede terör konusu olmaya devam etmektedir. Irak’ta ABD savaş uçaklarının yaptığı binlerce sorti, Afganistan’da dökülen kanlar ve Suriye’nin tarumar edilmesi bugünkü terörle mücadelemizden bağımsız tutulamaz. Birileri anlamak istemese de dilimizde tüy bitene kadar biz bu konuları gündeme getirmeye devam edeceğiz.
“Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olmak kadar büyük bir gaflet olmaz”
Büyük Ortadoğu Projesi nedir, neyi amaçlamaktadır? Hedeflerini, ortaklarını, politikalarını ve buna çanak tutanları anlamadan bugünkü gelişmelerde sağlıklı okumak mümkün değildir. Bizim bölgemizde Büyük Ortadoğu Projesi, her alanı etkileyen bir proje. Bu bölge yeniden tanzim edilmeye çalışılıyor. Sınırlar değiştirilecek, yeniden çizilecek haritalar bile çizilmiş. Onun için Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olmak kadar büyük bir gaflet olmaz. Şu anda içinde yaşadığımız problemlerin tamamı neredeyse bu projeyle ilgilidir. İlk adım da bildiğiniz gibi bu projenin tatbikata konması yönündeki ilk adım da 2002 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’a müdahale etmesi üzerine Türkiye’den destek istemesiyle başlamıştır. İskenderun’dan Irak’a kadar yol boyunca kilometreler arasında Amerikan askerlerinin barınmasını sağlayacak imkanlar hazırlandı. Konu Meclis’e getirildi. Meclis bu konuyu kabullenmedi. O zaman Sayın Cumhurbaşkanı henüz bakan bile değil. Siyasi yasağı olan bir kişiliğe sahipti ama Meclis’e itibar etmedi. Türk hava sahasını, havaalanlarımızı, deniz limanlarımızı Amerika’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın askeri güçlerine açtı. Gaflet burada başladı.
“‘Erdoğan dönüşü’ tabiri siyasi literatüre girdi”
Derdimiz o kadar büyük ki kime yakınalım? Kimden yardım isteyelim, bilemiyoruz. Merhum (Süleyman) Demirel ile özdeşleşen bir söz vardır. Derdi ki kendisi, ‘Dün dündür, bugün de bugündür’. Dün başka politikalar izlerdik. Bugün onun tam tersi politikalara döndük. Niye? Dün dündü, bugün de bugün. Maalesef Sayın Erdoğan’la birlikte dün ve bugün arasındaki makas, siyasette öyle açıldı ki hangi tarihi milat kabul edeceğiz, bilemiyoruz şu anda. Adeta bir saat önce ve bir saat sonra politikalarımız değişebiliyor. Böyle bir siyaset yapar hâle geldik. Hele de son gelişmelere baktığımız zaman aklımız başımızdan gidiyor. Artık ‘U dönüşü’ demek yetersiz kalıyor. Buna giderek damgasını vuran bir Sayın Cumhurbaşkanımız var. ‘Erdoğan dönüşü’ tabiri siyasi literatüre girdi bile. Ne zaman, nasıl, hangi istikamete döneceğimiz belli değil.
“Dış politikada diyalog zeminini kaybetmemek doğru olandır”
İnsan ister istemez, ‘Bugün devlet yönetiyorsunuz, peki o zaman dün ne yapıyordunuz’ sorusunu sormak mecburiyetinde kalıyor. ‘Değdi mi bunca acıya, bunca sıkıntıya’ demekten kendimizi tutamıyoruz. Çünkü bu arada milyonlarca insan, Müslüman hayatını kaybetti. Erkek, kadın, çocuk, masum bebekler bile. Bunları yalnız artık adeta literatürden silip kaldırma yoluna girdi Amerika. Biz iktidarı uyarırken bu noktalarda bize karşı kullanılan tabirleri unutmadık. Biz ne Muhammed Mursi’nin hapishanede, devlet başkanını halkın seçtiği devlet başkanının bir ihtilalle hapse atılması neticesinde hapiste hayatını kaybeden Mursi’yi ve Esma kızımızın şehit edilmesini biz unutmadık, unutmak niyetinde de değiliz. Elbette normalleşmek, dış politikada diyalog zeminini kaybetmemek doğru olandır.
“Ekonomide duvara tosladık, bahane üstüne bahane üretiliyor”
Bu aymazlıktan, bu şımarıklıktan vazgeçmek mecburiyetinde iktidar mensupları. Biz hiçbir zaman bu yola girmedik ama ikiyüzlü siyaseti görmekten de artık bıktık usandık. Bir devlet böyle yönetilmez. Türkiye gibi büyük ve önemli bir ülke, böylesine hoyratça idare edilmez. Nasıl vereceksiniz bunca masum insanların hakkını, hesabını? Biz bugün eğer seçime hazırlanırken bir ittifak içindeysek bilinsin ki, sadece bu sistem değişsin diye temelden. Siyasi partilerin birbirlerinden çok farklı yaklaşımları var Türkiye’nin problemlerine. Ekonomide de, sağlıkta da, eğitimde de, dış politikada da ama bizi bir araya getiren unsur; bu sistem değişmeli. Tek kişi kararı verecek. Herkes uyacak. Alkışlayacak. Ülke böyle yönetilmez. Böyle idare edilmez. Şu anda ekonomide duvara tosladık. Şimdi bahane üstüne bahane üretiliyor.
“Yerle bir ettikleri adaleti görmezden gelmemiz isteniyor”
Sanki ‘Bana güvenin. Ben ekonomistim. 2- 3 ay içinde problemlerin tamamını çözeceğim, göreceksiniz’ diyen Sayın Cumhurbaşkanı değil. Kim dedi bu sözleri? Bunu reddetmeleri mümkün değil ki ama geldiğimiz hâl de belli. Şu anda bizden yerle bir ettikleri adaleti görmezden gelmemiz isteniyor, vatandaşlardan da. Eğitimi, sağlığı bir keşmekeşin içine sokacaksınız, ‘Çağ atladık’ ifadeleriyle bunun üstünü örtmeye kalkacaksınız. Kimse bu oyuna artık gelmez. Maalesef en çok üzüldüğümüz de ahlâki ve manevi değerlerimiz bugün olduğu kadar hiçbir zaman geçmişte yozlaşmadı. Üstüne üstlük bir de değerlerimizi birkaç oy uğruna tarumar ettiniz. Biz buna rıza gösteremeyiz. Ahlâki ve manevi değerler bir ülkenin temel prensipleridir.
“Sandık önünde tüm bunların hesabını milletimiz soracaktır”
Şimdi dış politikada oradan oraya savruluyoruz ama bir algı meydana getirilmeye çalışılıyor. ‘Aslında bu bölgede dünyaya biz yön veriyoruz. Niye? Dünya lideri bir Cumhurbaşkanımız var’ diye. İmajlar böyle oluşmaz. Oluşmuyor da. Vatandaşın kanaatleri de böyle değiştirilemez. Ne yazık ki bizim artık bu arkadaşlara söyleyecek sözümüz kalmadı. Biz yapılan bütün bu yanlışlıkları milletimizin vicdanına havale ediyoruz. Ümit ediyoruz ki, son gelişmelerin ekranlara yansıtılma tarzı vatandaşlarımızı yanıltmasın. Kesin olan şu, önümüzdeki seçimlerde sandık önünde tüm bunların hesabını milletimiz soracaktır diye ümit ediyoruz.
“KHK mağduru öğretmenlerimizi de elbette burada hatırlamak mecburiyetindeyiz”
Yarın 24 Kasım Öğretmenler Günü. Bu vesileyle geleceğimizi inşa eden, çocuklarımıza ışık, bizlere ise umut olan, her şartta görevlerini hakkıyla yerine getirmeye çalışan öğretmenlerimizin günü. Öğretmenlerimiz deyince de eğitim sistemimiz ister istemez gündemimize giriyor. Hayalleri için yıllardır çalışmalarına rağmen atanamayan, atandığı hâlde geçimini sağlayacak bir ücret alamayan öğretmenlerimizden bahsediyorum. Çoğu asgari ücret standartlarının altında çalışan ücretli öğretmenlerin ve asgari ücrete mahkûm edilen özel okul öğretmenlerinin de hâlini sizlerle paylaşmayı bir görev addediyorum. Beraat ettiği hâlde görevine iade edilmeyen KHK mağduru öğretmenlerimizi de elbette burada hatırlamak mecburiyetindeyiz. Artık adaletin bir hükmü yok bu memlekette. Mahkemeye gitseniz, hakkınızı savunsanız, doğru olduğunuz meydana çıksa ama eğer iktidar mensuplarının kanaatleri sizin için müspet değilse siz devlette görev alamazsınız.
“Onlar FETÖ’yle geçmişte kucak kucağa yattılar”
Onlar FETÖ’yle geçmişte kucak kucağa yattılar. En büyük övgüleri dile getirdiler. Hasret duyduklarını söylediler. Bunların hiçbir tanesinin ehemmiyeti yok. Siz onlardan birine selam verdiniz ve o selamı da hele böyle bir fotoğraf karesiyle zapt etmişlerse hapı yuttunuz. Siz FETÖ’cüsünüz. Niye, iktidarla aynı düşüncelere sahip değilsiniz; ondan dolayı. FETÖ’cülük bahane sadece. Tabii, biz bunları sıralarken terör örgütü tarafından aramızdan koparılan Aybüke Yalçın, Necmettin Yılmaz, İstanbul’daki terör saldırısında hayatını kaybeden Arzu Özsoy ve son olarak da Gaziantep’teki saldırıda hayatını kaybeden Ayşenur Alkan gibi şehadete uğurladığımız öğretmenlerimizin de Öğretmenler Günü’nü kutlamayı bir vazife olarak görüyorum. Yetiştirdikleri öğrencilerin gözünde ışıkla umut dolusu olması gereken öğretmenlerimiz ne yazık ki derin bir hayal kırıklığıyla yoğruluyorlar.
“Öğretmenlerimiz hakikaten geçinemiyor”
Öğretmenlerimiz hakikaten geçinemiyor. Birçok insanımızın olduğu gibi en düşük öğretmen maaşı 9 bin lira civarında şimdi. Biraz yükselmiş gibi gözüküyor ama ortalama ücret 12 bin lira civarında. Sınırı 7 bin 500 lirayı yakaladı açlık sınırı. Bekar bir çalışanın yaşama maliyeti 9 bin 700 liranın üzerinde. Yoksulluk sınırı ise 24 bin lira. Türkiye’de yoksulluk sınırı sade bir rakam olarak zikrediliyor. Yoksulluk sınırında maaş alan insanların adedi bir avuç. Halbuki yoksulluk sınırı adı üstünde, onun bir lira bile altında ücret alıyorsanız birtakım ihtiyaçlarınızı karşılayamıyorsunuz manasına gelir. Herkesin bu sınırda en azından maaş alması icap eder. Bu bizim kanaatimiz. Asgari ücret bu sınıra çıkartılmalı. Elbette bir günde olmaz. Bir senede olmaz. Bir plan yaparsanız 3- 5 senede bu rakamı çok rahat yakalarsınız. 20 seneye ihtiyaç olmaz. Doğru dürüst bir ekonomi politikanız, bir eğitim politikanız varsa tabii. Bu şartlar altında hangi öğretmen öğrencilerine, eskiden olduğu gibi okuyup meslek sahibi olmalarını öğütleyebilir? Hangi öğretmen öğrencilerine gelecek adına umut verebilir? İşte son şehidimiz, şehit öğretmenimiz Ayşenur Alkan. Ücretli öğretmenlik yapıyordu. Arkadaşı ona ‘İlçede göreve başlama. Aldığın para yola gidecek’ deyince ‘KPSS kitaplarını alacak param yok. Ailemin durumunu biliyorsun’ diyor. Kitap alabilmek için bu zahmete katlanmak mecburiyetinde kalmış bir öğretmenden bahsediyorum.
“Öğretmenlik meslek kanunu, öğretmenleri kendi mesleklerine daha da küskün hâle getirdi”
Büyükşehirler ise artık adeta sürgün yeri hâline geldi. Kimse büyükşehirlerde öğretmenlik yapmak istemiyor. Çünkü yol masraflarının, kiraların üstesinden gelmesi mümkün değil. Kira ortalamaları, memur maaşlarının yarısından fazlasına tekabül ediyor çünkü artık. Öğretmenler kiraya, faturalara, mutfak masraflarına yetişemiyorlar. Ne günlük aktivite ne de küresel bir etkinlik imkanları, kültürel bir etkinlik imkanları yok. Maalesef ne mali olarak ne de özlük hakları olarak öğretmenlerimiz hak ettiği değeri göremiyorlar. İşte Öğretmenlik Meslek Kanunu. Öğretmenler yıllarca bunu beklediler ama hükümetin sunduğu şey, öğretmenleri kendi mesleklerine dahi daha da küskün hâle getirdi.
“Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir öğretmenlik meslek kanunu yok”
Ne yazık ve ne hazindir ki kanun teklifinin içeriğinde birçok konuya dair hüküm yokken düzenlenen konulara ilişkin hükümler ise hem eski hem de eksik maalesef. Öğretmenliğe, mesleğe, mesleğin gereklilerine, öğretmen yetiştirme süreçlerine, kariyer basamaklarına, öğretmenlerin mali, sosyal ve özlük haklarına, atama ve yer değiştirme kurallarına, ödül ve disiplin uygulamalarına, eğitim yöneticiliği kanununa ve teşvik kurgularına yönelik bütüncül çerçeve oluşturan bir yasal düzenleme niteliği yok bu kanunda. Bu kanun teklifi öğretmenliğe saygıyı ve talebi artırmak bir tarafa, öğretmenlerin kaygısını ve derdini arttırmış bulunuyor. Çünkü ‘Öğretmenlik Meslek Kanunu’ adı altında öğretmenlik mesleğine yönelik, kapsamlı bir ayrımcılık ortaya konuluyor. Bu meslek kanununda öğretmenlik mesleği yapanlar değil, devlet memuru olarak görev yapan öğretmenler esas alınmış. Özel okullarda öğretmenlik yapanların hakları, onların durumları ne yazık ki bu kanunda dikkate alınmıyor. Kendi içinde de çelişkili. Tüm bunlar yetmezmiş gibi yıllarca okumuş, mesleği edinmiş öğretmenlere şimdi ‘kariyer sınavı’ adı altında ayrı bir adeta itibarsızlaşma yolu açılıyor. Öğretmenler de ara ara öğrencileri gibi çalışacaklar. İmtihana girecekler. Bu stresi onları da yaşayacaklar. Dünyanın hiçbir yerinde benim böyle bir öğretmenlik kanunu olduğundan haberim yok. Belki bazı yerlerde vardır ama bu öğretmenlere itibar kazandırmak, öğretmenlik mesleğini kıymetli bir hâle getirmek değildir.
“Öğretmenleri zorlamak doğru bir yaklaşım değil”
Yıllarca öğretmenlik yapan bir kişinin hakikaten böyle bir mecraya sürüklenmesi, zorlanması tasvip edilebilecek bir şey değil. Elbette yeri gelir imtihanlar yapılabilir ama bunlar bütün camiayı kapsayacak tarzda, üstelik kendisine aidiyet duygusu olan öğretmenlere torpil yapılacağı kesin olarak bilinirken bu yola insanları, öğretmenleri zorlamak doğru bir yaklaşım değil. Öğretmenlik kariyer basamakları kanunu ve sınavı AK Parti’nin ‘mış gibi’ yapmak icraatlarına bir yenisini eklemiş bulunuyor. Kariyer hakkı vermiş gibi, meslek kanunu çıkarmış gibi, kariyer sınavı yapmış gibi dışında bir tutum söz konusu değil burada. Hep ‘gibi’lerle hareket ediliyor. Sözde kariyer sınavı her yönüyle kamu zararı üretmekten başka bir işlev görmemiştir, görmeyecek de.
“İktidarın attığı her adım, bizi endişeye sevk ediyor”
Bir seçim atmosferine girmiş bulunuyoruz. Bu atmosferde iktidarın attığı her adım, bizi endişeye sevk ediyor. Bu endişeleri giderecek adımları da atmak mecburiyetinde. Dün söylediklerinin bugün 180 derece zıddını gündeme getiriyorlar. Bu sefer övülme bekliyorlar. Bundan medet umuyorlar. Bu yanlış bir gidişat. Elbette geçmişte birtakım yanlışlar yapılmışsa bunları değiştirmek, iktidarların da görevidir ama her alanda yanlış yaptığınızı ifade edecek bir tavır içindeyseniz, sizin Türkiye’nin geleceğinde hiç etkiniz olmaması icap etti. Ekonomi, dış politika, sağlık, eğitim gibi konularda bu iktidar sınıfta kalmıştır. Ülkemizin problemlerini çözecek, birikime, politikalara sahip değildir. Ümit ediyorum ki milletimiz bu gerçeği görür. En azından bu sistemin değişmesi için üzerine düşeni yerine getirir.”