“Tiyatro bir mücadele ve dert anlatma işidir”

levant
Abone Ol

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

2019 yılında seyirciyle buluşan ve sahnede hicvin en büyük ustasını ağırlayan ‘Aziz Nesin Kabare’ tiyatro oyununun kadrosunda; Levent Üzümcü, Cengiz Toraman, Ali Hakan Beşen ve Mehmet Küçükgünaydın var. Oyunu uyarlayan, yöneten ve aynı zamanda oyuncularından Cengiz Toraman ve Tiyatro sanatçısı Levent Üzümcü ile “Tiyatro ve Yaşam” döngüsü üzerine keyifli bir sohbet ettik. Böyle buyurun…

 İzmir Halk Tiyatrosu ve Levent Üzümcü Tiyatrosu’nu bir araya getiren ‘Aziz Nesin Kabare’ tiyatro oyunun ortaya çıkma sürecinden bahseder misiniz?

 Levent Üzümcü: Aslında bakarsanız tiyatro oyunun ortaya çıkışı tamamen metinle ilgili bir şey. Zaten ortak çalışmalarımız vardı İzmir Halk Tiyatrosu ile bir arada. Ve onlarla birlikte ne yapabileceğimizin üstünde düşünürken, bizi Velhasıl-ı Kelam projesine götürecek kadar bir süreç yaşadık. Mehmet Küçükgünaydın, İzmir Halk Tiyatrosu olarak Levent Üzümcü Tiyatrosu ile çalışma isteğini uzun süredir dile getiriyordu. Sonuçta Cengiz Toraman da İzmir Halk Tiyatrosu’nun Genel Sanat Yönetmeni olduğu için, böyle bir şeye sıcak bakıp bakmayacağımı sordular. ‘Anlatılan Senin Hikayendir’ de zaten bir arada çalışmıştık. Geçmişten beri birçok projede birlikteyiz, bizi geleceğe taşıyan projeler yapalım mantığı içindeyiz. Her şey bir fikirle başlıyor. Aziz Nesin Kabare’yi yapmak bir fikir. Benimle birlikte ya da benim onlarla birlikte yapmam bir fikir. Böyle söyleyebilirim.

 Cengiz Toraman: Aslında bu sorunun iki yanıtı var. Birincisi tiyatronun genel işleyişiyle ilgili, ikincisi de Aziz Nesin özelinde. Birincisinden başlayalım. Yaklaşık üç yıl kadar önce İzmir Halk Tiyatrosu’nun Genel Sanat Yönetmenliği’ni arkadaşlar bana emanet ettiklerinde kafamda bir çizgi oluşturmuştum. O çizgi şuydu; İzmir Halk Tiyatrosu hem belli bir tiyatral geleneği üstlenen bir tiyatro hem de yeni bir tiyatroydu. Bu anlamda hem İzmir yerelinde tiyatral aktör olmasını arzuluyordum, hem de giderek uluslararası alanda da ismini duyuran, doğru ve iyi işler yapan bir tiyatro olmasını hedefliyordum. Bunun için kafamda bir çizelge, bir yol haritası vardı. Bu yol haritasına bağlı olarak, doğru başlangıç yapabilmek adına ‘Maskeliler’ oyunu ile başladık, akabinde ‘Bir Picasso Lütfen’ oyunu geldi. İlk sezonumuzu bu şekilde tamamladık. Uluslararası İzmir Sanat Akademisi’nin kurulması ile birlikte, mültikültürel tiyatroyu, Almanya’daki Mut Tiyatro ile de iletişimimizi geliştirerek daha uluslararası çapta da değinmeleri olan bir tiyatroya dönüştük. ‘Aziz Nesin Kabare’ bu anlamda aslında ulusal düzeyde Türkiye Tiyatrosu’na sesimizi duyurabileceğimiz bir proje olarak önüme çıktı. Levent Üzümcü Tiyatrosu ile iletişimimiz, Levent Üzümcü’nün benim konservatuardan sınıf arkadaşım olması, çok uzun yıllardır dostluğumuz ve kardeşliğimizin devam etmesinden kaynaklanıyor. Onunla daha önce ‘Anlatılan Senin Hikayendir’ oyununu çalışmıştım. İletişimiz devam ediyordu. Bu projeden kendisine bahsettiğimde o da çok beğenmişti. Onunla birlikte yapma kararı aldık ve böylece Levent Üzümcü Tiyatrosu ile İzmir Halk Tiyatrosu’nun ortak yapımı olarak bu proje ortaya çıktı. Bu benim tiyatronun başında kurguladığım, hem yerelde hem de ulusalda ve giderek yapabilirsek uluslararası alanda bilinen bir tiyatro olma, bu alanda işler yapabilme amacıma da uygundu. Gerçekten de ‘Aziz Nesin Kabare’ ile tiyatromuz ulusal alanda sezonunun en yüksek işlerinden birini yaptı. İkinci kısmı ise şu; Aziz Nesin eserlerinden bir oyun yapmak fikri uzun zamandır aklımdaydı. Kabare formu aslında Türkiye’de bir dönem çok sevilmiş ama sonrasında yavaş yavaş unutulmuş bir formdu. Ben de Aziz Nesin eserleri ile kabare formu arasında hep eşgüdüm görürdüm, hissederdim, sezerdim. Uzun zamandır kafamda oluşturmaya çalıştığım bir projeydi Aziz Nesin eserleri ile kabare formunu oluşturmak. Bu çalışmaya başladığımda yoğun bir okuma sürecine girdim. Aziz Nesin eserleri aslında çocukluğumdan beri okuduğum bir yazar olmasına karşın yine de insan sanki ilk kez okuyormuş gibi benzer keyfi yine alıyor. Böyle bir masa başı çalışması sonucunda, esere nihai şeklini verdim demeyeyim ama, son şekline yakın bir düzen verdim. Daha sonra kadro seçimi ile beraber oyuna son şeklini verdim. İşte ‘Aziz Nesin Kabare’ bu şekilde ortaya çıktı diyebilirim.

 Ülkemizde uzun süredir kabare kültürü unutulmuştu. ‘Aziz Nesin Kabare’ bu kültürün devamlılığı için yeni bir adım olabilir mi? Bundan sonra başka bir kabare yapacak mısınız?



 Levent Üzümcü: Aslında uzun zamandan beri ülkedeki siyasi ortamın baskıcılığı nedeniyle bazı şeyler oluyor ve siyasi baskının öldürdüğü hicvi tekrar canlandırmaya çalışıyoruz.

 Cengiz Toraman: Tiyatro her ne kadar tüm zamanları kuşatmak istese de galiba biraz zamanın ruhunu taşıyor. Bu anlamda kabare formu tiyatroda bir dönem çok popüler olmasına karşın sonrasında galiba zamanın ruhuna uygun olarak biraz unutulmuştu. Ben onun kıymetinin, değerinin düşmediğini, alçalmadığını hala düşünüyorum. Biraz sanıyorum neşemizi yitiren bir topluma dönüştük. Neşemizi tekrar yerine getirecek, yeniden kazandıracak argümanlara kavuştuğumuzda, kabare formunun da yeniden toplumun gündemine gireceğini düşünüyorum. Ben yeniden kabare yapar mıyım? Aslında bu benim ilk kabare yazma deneyimimdi. Bir ölçüde başarılı olduğunu herhalde söylememi herhalde ukalalık olarak almazsınız. İşin doğrusunu söylemek gerekirse çok eğlenerek yazdım, çok eğlenerek, severek yönettim ve aynı şekilde de oynuyoruz, seyircimizle buluşuyoruz. Görüyorum ki seyircimiz de benzer bir lezzeti ve keyfi alıyor. Bizim eğlendiğimiz kadar eğleniyor. Belki ilerde yeni bir kabare ile yeniden seyircimizle buluşmak mümkün olabilir. Bilemiyorum şu an.

Oyunun şarkı sözlerini siz yazdınız. Yazarken Aziz Nesin öykülerine bağlı mı kaldınız, yoksa öykülerin size hissettirdiklerinin bir yansıması mı?

Cengiz Toraman: Kimi şarkılar, kimi sahnelerin girizgahları ve içeriklerinde, benim kalemimin etkisini görmek mümkün. Bunları yazarken hem Aziz Nesin’in cümlelerinden beslendim, hem de özgün bazı katkılar koydum diyebilirim. Tabii önceliğim Aziz Nesin’in yaratmış olduğu evrene aykırı düşmeyen, aklın, gönlün ve vicdanın imbiğinden geçirerek, her sözcüğü tek tek kafamda değerlendirerek yaptım bu katkıları. Çünkü Aziz Nesin gibi, sadece Türk edebiyatının değil, Türk düşünce hayatının çok önemli figürlerinden biri olan, düşünce insanın eserlerini belli bir bağlamda bir araya getirerek, onları geliştirmek, onları tiyatral bir forma kavuşturmak çok ciddi bir sorumluluk. Ben de bu sorumluluğu iliklerime kadar hissederek, olabildiğince çok özen göstererek yapmaya çalıştım. Burada kimi zaman sahnede gösterilen hikaye ile, kimi zaman memleketin hali ile, kimi zaman da Aziz Nesin’in hayatı ile ilgili bir bağlam yakalamaya çalıştım. Bununla ilgili küçük bir örnek vereyim; ikinci perdenin başında Aziz Nesin’in bir yakalanma hikayesinin anlatıldığı Babıâli Canavarı sahnesindeki şarkı sözleri; “Kendi kendime koyduğum yasaklar var, tek bir çocuk açsa açıksa serilse de önüme dünya bana dar, aydınlık güzel günler gelecek bilirim, bilirim geçecek bu devran-ı ahu zar, o güzel günlere dek kendi kendime koyduğum yasaklar var.” Bu sözler bütünü yazarken Aziz Nesin’in birkaç şiirinden esinlendim.

Pandemi süreci ile birlikte sanatın birçok dalı görmezden gelindi. Tiyatro da bu alanlardan biriydi. Bağımsız tiyatroların birlikteliği tiyatroya nasıl bir ivme kazandırıyor?

Levent Üzümcü: Tiyatro Kooperatifi diye bir şey kuruldu biliyorsunuz. Ama pandemi süreci nedeni ile değil, daha öncesinde kurulmuştu. Ancak pandemi sürecinde de çok etkili oldu. Birçok özel tiyatronun hayatta kalabilmesi için çalışmalarda bulundu. Tiyatro Kooperatifi, aynı zamanda görüyorum ki, Oyuncular Sendikası da kendi çapında bir takım çalışmalar yapıyor. Önemli buluyorum bu yapılan çalışmaları. Onlar da oyuncuların aşı olması, setlerdeki oyuncuların, bütün işçilerin, ses çalışanlarının aşı olabilmesi, öncelik alabilmesi için yarıştılar. Bunlar önemli ve güzel şeyler. Yapanların da, buna katkıda bulunanların da eline, emeğine, aklına, fikrine sağlık. Tabi şimdi şey de istenmez, aklı, fikri, vicdanı hür insanlar yapar sanatı. Bugünkü yönetimde aklı, fikri, vicdanı hür insandan hoşlanmıyor. Çünkü onlar, liyakatsiz ve itaat eden İnsanlar arıyorlar kendilerine. Öyle bir seçimleri ve ilgi odakları var.

 Tiyatroyu bir lokomotif gibi düşünürsek, yönetmen olarak ekip arkadaşlarınızın katkılarından bahseder misiniz?

 Cengiz Toraman: Bertolt Brecht’in bir şiiri var. Orada diyor ki; “Kendime gönüllü gardiyanlar yarattım kitaplarımda.” Demek istiyor ki; bir gün yoldan çıkarsam, saparsam doğru bildiklerimden, doğru bildiğimi savunma erdeminden uzaklaşırsam, işte yazmış olduğum kitaplar benim gardiyanlığımı yapar, beni yeniden doğru yola getirir. Aslında ben çok katılıyorum Brecht’e. Ama bunu bir adım daha ileriye götürerek şunu diyorum; insan hayatında doğru dostlar edinirse, o dostlar sizi, yoldan saptığınız zamanlar silkeleyerek kendinize getirirler. Çünkü gerçek dost budur. Hani dost acı söyler diye bir laf vardır Anadolu’da, tam da anlamı budur sanırım. Ekip arkadaşlarımı nasıl tanımlarım dersem; ben genellikle enerjisi yüksek, güler yüzlü, iş yapmaya dönük bir isteği olan, yaratıcı ve pozitif insanlarla çalışmayı seviyorum. Genelde de çalıştığım ve çalışmayı tercih ettiğim bütün insanlar böyle oluyor. Onun da ötesinde, az önce Brecht’in şiirine atıfla söylemek isterim ki, ekip arkadaşlarım, bilirim ki yere düştüğüm de beni omuzlarımdan tutup kaldıracak kadar dayanışma ruhuna sahiptirler. Ama hasbelkader kendimi unutup da boy aynasında görmekten değil dev aynasında görmeye karar verdiğim zaman da yani ayaklarım anlamsızca yerden kesildiğinde de, beni yeniden kollarımdan, tutup ayaklarımı yere bastıracak kadar da erdemli insanlardır. Onlar da benim gönüllü gardiyanlarım, benim seçtiğim gardiyanlar. Hayatı onlarla beraber yaşamanın ve onlarla çalışmanın bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum. Bana, ‘tiyatroda en çok neyi seversiniz’ diye sorarlar. Ben galiba tiyatroda en çok başka oyuncularla bir arada olma şansını seviyorum. Beraber çalıştığım arkadaşlarım da benim yaşam içindeki en ayrıcalıklı şanslarım diye düşünüyorum.

 Yaşadığımız koşulları göz önünde bulundurmazsak, Levent Üzümcü ’nün hayal ettiği tiyatro nerededir?

 Levent Üzümcü: Herkesin kendi gerçeği var. Örneğin bizde ödenekli tiyatroların olmaması gerektiğini söyleyen bir güruh var. İşte, “Londra’da var mı, İngiltere’de var mı, Amerika’da var mı?” diye örnekler vererek, sanki ödenekli tiyatrolar, tiyatroyu kötüye götüren bir şeymiş gibi davranıyorlar. Hayır, ödenekli tiyatrolarda uygulanan sansür tiyatroyu kötüye götüren şey. Ödenekli tiyatrolarda uygulanan ücret politikası ödenekli tiyatroyu kötüye götüren şey. Ama bunu okuyan bütün meslektaşlarıma şunu söylemek isterim ki, doğru mesleği yanlış ülkede yapıyoruz diye bir lafı dolamışlar dillerine. Hayır, doğru mesleği yapılması gereken en doğru ülkede yapıyoruz. Çünkü tiyatro bir mücadele işidir. Tiyatro dert anlatma işidir. Derdi olmayan toplumlarda tiyatro bir şovdur. Onun içindir ki, bizim buna azami dikkati göstermemiz gerekiyor. Bugün Türkiye de gidilmeyen yerlere tiyatronun gitmesi gerekiyor. Tiyatroyu bir kültür olarak, kültürün bir parçası olarak, dert anlatmanın bir yöntemi olarak gören insanlar yetiştirilmesi gerekiyor. Çocuk tiyatrosunu, çocuklara sanatı çok önemli buluyorum ve onun da bu ülkede çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü biz bunu kurmalıyız, bunu doğurmalıyız, bunun için çabalamalıyız. Onun için doğru yerde Levent Üzümcü ve tiyatro.

Bu Yazıya Tepki Ver