Köşe Yazarı

“Adalet doğru işlemezse suç ödüllendirilmiş olur”

Abone Ol

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Avukatlık mesleğine kabul edilen avukat adaylarının mesleğe kabulü, “Avukatlık Ruhsatname”lerinin verilmesiyle hüküm ifade eder.

Ve devamında baronun huzurunda “Hukuka, ahlaka, mesleğin onuruna ve kurallarına uygun davranacağına dair namusu ve vicdanı üzerine içilen and.

Buraya kadar her şey gayet normal. Ama asıl anormal olan durum anayasa, yasalar ve teamülleri dikkate alıp gücünü vicdanından alarak hukuki süreçleri yöneten hakim ve devlet adına soruşturma ve araştırma yapan savcıların avukatlık ruhsatı dışında ayrıca bir yemin metinlerinin olmamasıydı.

Şimdi diyeceksiniz ki; bu ülkede meclis başkanı, polis, cumhurbaşkanı, milletvekili, asker, bakan da yemin ediyor ama sonuç ortada.

Haksız da sayılmazlardı!

Çünkü toplum “namusum ve şerefim üzerine yemin ederim diyerek diğer taraftan birilerinin önüne yatan, din temelli siyasi oluşumun içinde yer alıp kapalı kapılar ardında “elinde viski bardağı ile Yüce Allah’ın ayetleri ile dalga geçenler, Ergenekon sürecinde cemaate hizmet eden; hakim, savcı, emniyet mensupları ve 15 temmuz darbe sürecinde Türk Ordusunu fetö terör örgütüne satan askerleri görünce yemin etmenin bir öneminin olmadığını anlamıştı.



Yukarıda yazdıklarıma istinaden birileri, devlet adına temsil yetkisi olan savcıların yemin etmesinin kabul edilemez olduğuna mutlaka vurgu yapacaktır. Oysaki başında “Cumhuriyet” olan Savcı ve Adalet Mülküm Temelidir yazısının önünde oturan bazı hakimler eğer ki kanunlar çerçevesinde ve vicdanlarına göre yargılama yapıyor olsaydı bugün meclise sunulan “çocuk istismarları, tecavüzler, kadın cinayetleri ve Sedat Peker’in açıklamaları araştırılsın önergelerine “red” oyu veren milletvekillerine hukukun siyasetin üstünde olduğunu mutlaka hatırlatırlardı diye düşünüyorum.

Kaldı ki Savcı demek devleti temsil etmek demek olamaz.

Çünkü devlet tecavüz için “ispat” istemez, hele ki mahkemeye sunulan raporlara rağmen, “Savcının ‘rızası var’” diyerek devlet adına tecavüz faili hakkında beraat istemez.

Veya kısa bir süre önce iki kardeşin (çocuğumuzun) yaşadığı istismarı “çizerek, yazarak” anlattıran ama sonrasında sanıkları salmaz.

Ya da devlet tecavüz mağduru kadın için ‘Sen de kadınsın ben de kadınım, ben neden tecavüze uğramıyorum?
Demez,

Derse de; Türkiye’nin; 2019 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde (Rule of Law Index) 126 ülke arasında 109’uncu sırada yer alıyor olmasına şaşırmamak gerekir.

Ve beni asıl mutlu eden şey!

Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 110 cu sırada olmayışımızdı. Çünkü 110 cu sıradaki ülkeler kabile devleti hukuk sistemi uyguluyordu.

Kısacası medeniyetin ve uygarlığın beşiğinden cahilliğin, tecavüzlerin, mafyaların, hortumcuların beşiğine gelen bir ülke oluvermiştik.

Yani hem yüzde 99’u Müslüman bir ülkeydik hem de her 100 metrede bir camimiz vardı. Ama her nedense yemin ederek ya da elimize Kuran-ı Kerim’i alarak daha bi inandırıcı gözükmenin derdindeydik.

Aynen; bazı din adamlarının camilerde Kuran-ı Kerim’den İslamiyet’ten, Müslümanlıktan, Peygamberimizden ve nasıl iyi ahlaklı olunacağından bahsetmek yerine siyasetin emir ve buyruklarını anlatıyor olması gibi.

Bilmem anlatabildim mi?