Köşe Yazarı

MİT tırları, HDP’nin kapatılması ve Anayasa düzenlemesi

Abone Ol

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Sedat Peker’in yayınladığı sekizinci videoda;

“Bayırbucak Türkleri’ne gönderdiğim yardımların SADAT eliyle El Nusra’ya verildiği” iddiasında bulunurken bu iddianın aynısını MHP’den ihraç edilen Tuğrul Türkeş, Haziran 2017 tarihinde katıldığı bir televizyon programında; TIR’larla gönderilen silahların Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun iddia ettiği gibi olmadığını “Bizi izleyenlerin huzurunda yemin ediyorum. Vallahi ve billahi o silahlar Türkmenler’e gitmiyordu. Bilerek söylüyorum. iddia ederek söylüyorum. Bizim o bölgeyle irtibatımız var. Bayırbucak Türkmenleriyle, Halep’tekilerle irtibatımız var” söylemi ile adeta Sedat Peker’i doğrular nitelikteydi.Ama ülkem savcıları, ne geçmişte Tuğrul Türkeş’in yaptığı bu açıklamalara ne de bugün Sedat Peker’in iddialarına en ufak ufak bir soruşturma başlatma gereği bile duymuyordu.

Oysa ki; CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili olan Enis Berberoğlu’nun durdurulan MİT Tırları görüntülerini Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’a verdiği ve yayınladıkları gerekçesi ile 14. Ağır Ceza Mahkemesinin “devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk maksadıyla açıklamak” suçuyla haklarında yargılama süreci başlatırken aynı iddiayı sözle ortaya atan o da yetmedi doğruluğunu ispat etmek adına yeminler eden Tuğrul Türkeş’i Enis Berberoğlu ve Can Dündar’dan ayıran özelliği neydi?

Ki o dönem bir tarafı cemaat diğer tarafı siyasi erkin elinde olan yargının, talimata göre sorgulama, yargılama ve hüküm verdiğini göz önüne alırsak 14. Ağır Ceza Mahkemesinin Berberoğlu ve Dündar’ı “casusluk” ile yargılıyor olmasına şaşırmamak gerekirdi.

Kısacası yargı siyasi erkin kontrolünde, Anayasa Mahkemesi de 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı görevi bittiği halde 2022 yılına kadar üye çoğunluğundan dolayı Abdullah’ın mahkemesi olarak anılmaya devam edecekti.

Yani durdurulan MİT tırları için siyasetin kontrolündeki yargı Enis Berberoğlu’nu (casusluk suçuyla yargılarken) Abdullah’ın Anayasa Mahkemesinin Enis Berberoğlu’nun tutukluluğunda “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ve yeniden yargılama işlemlerine başlanması, mahkumiyet hükmünün infazının durdurulması, hükümlü statüsünün sona erdirilmesi, yeniden yapılacak yargılamada durma kararı veriyor olması ve 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bunu yerine getirmekle yükümlü olduğuna vurgu yapması bir bakıma Siyasetin Yargısına Abdullah’ın Mahkemesi ‘nota’ verir gibiydi.



Devamında; yine Anayasa Mahkemesinin “Barış Bildirisi” olarak da bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriye imza attıkları için yargılanan 9 akademisyenin “silahlı terör örgütü propagandası yapmak” suçundan cezalandırılmaları için “ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği kararı vermesi.

Veya HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesinin iptali istemiyle yapılan başvuruyu yetkisizlik nedeniyle Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun oy birliğiyle reddetmesi gibi.

İşin garip olan tarafıda Mit ve Akp hükümetini zan altında bırakan Sayın Türkeş’in Ak partiye geçmesi ve Akp tarafından taltiflendirilir gibi Milletvekili, Bakan o da yetmedi Başbakan yardımcılıklarına getirilmesiydi.

Anayasa neden kapatılsındı!

Örneğin; “barış bildirisi” oylamasında 8’e karşı 8 eşitlik çıkmış ama Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın ihlal yönündeki tercihinin 2 oy sayılması ile 8’e karşı 9 oyla hak ihlali kararı vermesi AKP Hükümetinin işine gelmediği için Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını tanımayacaklardı. Çünkü siyasetin talimatla harekete geçirdiği yargının tutukladığını Anayasa Mahkemesi tersine karar vererek hem AKP Hükümetini hem de siyasetin güdümünde olan yargıyı tanımıyordu. Yani asıl sorun 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılan Abdullah Gül’ün aradan 7 yıl geçmiş olmasına rağmen hala Anayasa Mahkemesi’ndeki üstünlüğü idi.

Gelelim Sayın Bahçeli’nin geçmişte Anayasa Mahkemesi Kapatılsın yerine Divan-Âli kurulsun ve bugün ki 100 maddelik Anayasa düzenlemesi önerisine.

Öncelikle; Divan-Âli diğer adıyla “Yüce Divan” anlamına geliyordu.

Yanılmıyorsam Sayın Bahçeli’nin bu söylemlerinin arkasında yatan asıl gerçek, 2017 yılında yapılan anayasa değişikliği ile “Başbakanlığın kaldırılması. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ibaresinden “Yüksek” kelimesi çıkarılması. Askerî Yargıtay ile Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kaldırılması. Askerî Yargıtay ile Askerî Yüksek İdare Mahkemesinden seçilen üyelerin görev sürelerinin sona ermesiyle Askeri Mahkemelerden Anayasa Mahkemesine yeni üye seçilmesinin önünün kapatılması olabilirdi.

Çünkü bir korku vardı ve bu korkuyu yenmek için hem Anayasa Mahkemesi’nin hemde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun ele geçirilmesi gerekiyordu. Yani kapatmak yerine üye sayıları azaltılarak her iki kurumu kuşatmak daha mümkün gibiydi.

Bu durumda; Sayın Bahçeli’nin Anayasa düzenlemesi ile ilgili ortaya attığı 100 maddelik önerisinin neleri kapsadığını bilmeden yorum yapmak yerine, bugün Abdullah Gül’ün Anayasa mahkemesine atadığı 2 üyenin görevinin 2022 de bitmesiyle yerine kimin üye atayacağını ve Anayasa Mahkemesinin kimin eline geçeceğini düşünmek daha mantıklı olurdu.

Bahçeli’nin AYM’nin kapatılmasına dönük çıkışı, AYM’nin HDP’nin kapatılmasıyla ilgili Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı iddianamesini “usulen eksik ve yanlış” bulup iade etmesinin hemen ardından gelmesi ve Bahçelinin; mahkeme kararıyla ilgili yaptığı yazılı açıklamada “Tıpkı HDP’nin kapatılması gibi AYM’nin kapatılması da ertelenemez bir hedef olmalıdır” demişti.

Oysa ki Abdullah’ın Anayasa Mahkemesi olduğu sürece HDP’nin kapatılmasının mümkün olduğunu asla düşünmüyorum. Lakin anayasa mahkemesi kapatılmazsa yada düzenleme yapılmazsa bugün “anayasaya mahkemesinin verdiği kararları tanımıyorum” diyenlerin gelecekte Anayasa Mahkemesini ele geçirdiğinde istediği partiyi kapatması, istediği milletvekilinin dokunulmazlığını kaldırması, gazeteciler ve akademisyenlerin tutuklanmasını aynen Ergenekon ve Balyoz Davalarında olduğu gibi sadece izlemekle yetiniriz diye düşünüyorum.

Bu arada 2022 yılında Abdullah Gül’ün atadığı iki üyenin görev süresi doluyor.

Gerisini siz düşünün.