Köşe Yazarı

Çorak Cumhuriyet

Abone Ol

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Geçen hafta Cumhuriyetin 98. yılı kutlandı. Her zamanki gibi birbirini tekrarlayan hamasi nutuklar atıldı. Hepsi bu kadar!

Monarşiden (Padişahlıktan) Cumhuriyete geçtik. Cumhuriyet, kuruluş ve inşa sürecine dair bir kısım önemli sorunları içinde taşısa da ülkenin geleceğinin önünü açan ve sahip çıkılması gereken tarihsel bir adımdır.
Bu tarihsel adımın gerektirdiği bazı uygulamalar gerçekleşse de Cumhuriyet, 98 yıldır çorak bir ülkenin çorak bir devlet şekli olarak devam etmekte.

M. Kemal Atatürk 1933 yılında okuduğu 10. Yıl Nutuk’unda “Yurdumuzu muasır medeniyetler seviyesine çıkaracağız” diyerek, genç Cumhuriyetin hedefini ortaya koyar.

Muasır medeniyet (Çağdaş uygarlık) mevcut durumda toplumların hukuk, siyaset, sosyal, ekonomi, bilim ve kültür alanlarında toplam bir gelişmişlik ölçüsüdür. Buna göre muasır medeniyet için demokrasi kavramını kullanabiliriz. Muasır medeniyetin temsil olunduğu yer ise, tartışmasız Batı ülkeleridir.

M. Kemal’in muasır medeniyete ulaşılması hedefi, politik bir tutum ve iradedir. Ancak o tarihten bugüne bir türlü muasır medeniyet seviyesine, yani demokrasiye ulaşamadık!

Tarih inişleri çıkışlarıyla hep bir süreklilik halindedir. Devrimler, bu süreklilik halinin sıçramalarından ibaret olup toplumsal süreçte bir kesintiye değil, köklü dönüşümlere kapı aralamaktır. Bu kapının daha fazla açılarak kapıdan geçilip geçilemeyeceği ya da ne ölçüde geçileceği o ülkenin (Ve olayın) büyük ölçüde toplumsal koşulların belirlenimi dahilindedir. Yani devrimin iradesi (Öznesi), nihayetinde o toplumundaki nesnelliğe ve onunla kurduğu ilişki biçimine bağlıdır. Bu gerçeklik elbette öznenin (Geniş anlamıyla politikanın) rolünü sıfırlamaz veya sürekli edilgen kılmaz. Politika, toplumsal süreçteki devingenliğin bir etkeni olarak, nesnel koşulları amaçları doğrultusunda dönüşüme zorlar veya dönüşümünün önünü açar. Ancak her zaman böyle olmayabilir de.



Bu genel teorik paragrafın ülkemiz Cumhuriyetindeki aldığı somut durumu, Cumhuriyet ile demokrasi arasındaki sorunlu, Cumhuriyet ile baskıcı iktidarların uyumlu ilişkisinde aramak gerekir.

Bu sorunlu ilişkinin iki nedenden kaynaklandığını düşünüyorum: Hedef ile nesnel koşullar ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temel özelliği.

Hedef ile nesnel koşullar arasındaki açı farkı

Muasır medeniyet seviyesine ulaşılması hedefi ilan edildiğinde nasıl bir Türkiye toplumu vardı? Bir diğer deyişle Nutuk’ta ilan edilen politik amaç ile bu amaca ulaştırılacak toplumun nesnel koşulları ne durumdaydı?

1880’lerden (ki, bunun genel bir başlangıç tarihi olduğunu varsayabiliriz) itibaren Osmanlı’da başlayıp (1896, 1909, 1915, 1919 katliamları) Cumhuriyetle (1923 Mübadele, 1934 Trakya olayları, 1942 Varlık Vergisi, 1955 6-7 Eylül ve 1964 olayları) devam eden İslamlaştırma ve özellikle Türkleştirme uygulamaları amacıyla gayrimüslimlerin tasfiyesi, Anadolu’yu çoraklaştırdı, kıraç toplum haline getirdi. Özellikle 1915 Ermeni katliamı tam bir felakettir!
Cumhuriyet kurulduğunda elinde yorgun, aç ve neredeyse tamamı kasaba ve köylerden oluşan tam bir taşra toplum vardı. Ve Cumhuriyet döneminde de Türkleştirme politikaları devam etti.

Toplumdaki üretim ve ticaret faaliyetinin önemli bir kesimini elinde bulunduran ve bu alanda yeniliklere öncülük edenler gayrimüslimlerdi. Toplumdaki kültür-sanat faaliyetlerinin hemen tamamı gayrimüslimler tarafından yürütülüyordu.
Basın-yayın alanında öncüydüler. Eğitim-öğretim faaliyetleri Müslüman nüfusa oranla çok çok ilerdeydi. Politik alanda Batı’ya açık kültürel dünyaları, parti ve dernekleri vardı.
İki küçük örnek vereceğim.
Sivas vilayetinde ilk gazete 1869 yılında Ermeniler tarafından yayınlanmıştır. 1914 yılına kadar değişik tarihlerde 8 adet Ermenice gazete çıkarılmış.

Sivas vilayet matbaasını 1864 yılında Ermeniler kurmuş ve vilayet gazetesini yayınını sağlamışlardır. (CUMHURİYETE KADAR SİVAS BASINI ve İRADE-İ MİLLİYE …https://dergipark.org.tr › download › article-file PDF)

Dücane Cündeoğlu kültürel çölleşmeyi Münevver Ayaşlı’dan alıntılayarak anlatır. 1900 yılında “… bir Ermeni mahallesinde yangın korkusu yüzünden sokaklara 40 piyano çıkar.

“Devlet zoru ile kurulan Opera, Konservatuar, Senfonik konser salonları ve Avrupa’dan gelme Karl Elbert’ler ve Pretorius’lara rağmen modern ve batılı Ankara’da bugün 40 piyano var mıdır?

“Ankara’da piyano ve piyano notası satan tek bir mağaza yoktur! (Münevver Ayaşlı, Dersaadet, s. 51, İstanbul, 1975) Aktaran (ankara’da 40 piyano- dücane cündioğlu simurg …http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com›
Refik Halid Karay “Ankara” kitabında 1916 Ankara yangını için “Yangından kaçırılan yüz kadar piyano sıra sıra dizilmiş, üstlerine seçme pahalı halılar serilmişti. Birden, yanan kocaman bir kütük gelip aralarına düşer. Söndürmeye koşacak adam yoktur.”

Atatürk’ün başyazarı olan Falih Rıfkı Atay da gayrimüslim tasfiyelerindeki trajediyi ve toplumdaki değerler kaybından söz eder.

1915’li yıllarda Ermeni evlerinden çıkan piyanolar, dönemin o toplumunun kültür ve sanat seviyesini gösteriyor.
Bu örnekleri dönemin şehirlerine tahvil ettiğimizde mimari, sanat, kültür, basın alanındaki büyük fotoğrafı görebiliriz.

Peki, Cumhuriyet nasıl bir toplum buldu?

Kendi iş araç gereçlerini bile üretemeyen, tamir edemeyen ve devlete asker, atına arpa yetiştirmekle mükellef, yeniliğe açık olmayan, tevekküle sığınmış bir köylü toplumu.
Çorak bir toplumun Cumhuriyeti de çorak olur.
Gayrimüslimlerin mallarına çöken mütegallibe ve kimi bürokratlardan bir burjuvazi doğmadı. Çünkü burjuvazi salt bir zenginliğin değil, kültürü, sosyalitesi, hukuku olan bir sınıftır.
Dönemin koşullarına göre yetişmiş gayrimüslim nüfusun da olduğu bir toplumun muasır medeniyete ulaşması daha bir mümkündü.
Ancak Cumhuriyet döneminde medeniyet hedefini koyan politikayla, hedefin konulduğu toplum arasındaki açı farkı büyüktü.
İşin kötü tarafı, yüzü Batı’ya dönük Cumhuriyet bu açı farkını gidermeye yönelik uygulamalardan da büyük ölçüde uzak durdu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin temel özelliği

Asker-sivil bürokrasi ve mütegallibe (Başka bir sınıfsal seçenek de yoktu) tarafından kurulan Cumhuriyet, bu kuruluş yapısı gereğince toplumu her alanda kontrol etmek ve baskılamak ister. Bunun yolu olarak iktidar asker-polis-yargı mekanizmalarıyla birlikte, ideoloji ve kültürü de kullanır. Türklük ve Sünni Müslümanlık, Cumhuriyet devletinin bir karakteri olarak tarihsel arka planı gereğince de bu toplumda kolayca hayat bulmuştur.
Cumhuriyetin karakteristiği olan (Toplumsal bir tanımlamanın ötesinde anlam yüklenen) bu Türklük ve Sünni İslam politikası (Ayrıştırıcı, parçalayıcı, daraltıcı ve çatışmacı), çoğulculuğu değil, çoğunluk olmayı esas alarak toplumun demokratik siyasete ve kültüre ulaşmasının önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır.

Bir diğer engel de Cumhuriyetin kuruluş sürecindeki bürokrasi-siyasetçi-iş insanı üçgeninden oluşan iktidar şekillenmesinin bir süreklilik göstermesidir. Bu iktidar şekillenmesinin en önemli özelliği de kamu kaynaklarını talan anlayışıdır.

Cumhuriyet kendini böyle devam ettirmek istedi ve Erdoğan iktidarıyla kısmen siyasal sapmalar yaşasa da bu esasta böyle de devam etmekte.

98 yıllık tarih bize, Cumhuriyetin muasır medeniyete ulaşma hedefinin yine aynı Cumhuriyet tarafından engellendiği gerçeğini acı biçimde gösteriyor.

Bunun nedeni de Türkiye Cumhuriyeti’nin karakterinde yatmaktadır.

Demokrasisiz Cumhuriyet

Öncelikle belirtelim ki cumhuriyet, devlet biçimidir. Cumhuriyet devleti varoluş kaynağını tanrıdan, monarktan değil “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” şiarıyla ifade edildiği gibi halktan alır.

Egemenliğin halka dayandırılmasıyla bu egemenliğin nasıl kullanıldığı iki ayrı olgudur. Tam bu noktada demokrasi, bir başka deyişle muasır medeniyet kavramı karşımıza çıkar.

Dolayısıyla cumhuriyet otokratik de olabilir, demokratik de.

Dünyada birçok ülkenin cumhuriyeti var ama demokratik bir toplum yapısı, rejimi yok. Türkiye’de de kırıntılar hariç, demokrasi yoktur. Hele şu günlerde o kırıntılar da kırpıla kırpıla yok edilmek üzere.
Cumhuriyet tek başına bir ülkenin muasır medeniyete ulaşmasını sağlayamaz! Muasır medeniyetin gereği olan hukuki, siyasal, sosyal, ekonomik ve evrensel insan hakları temelli bir toplum yapısına Cumhuriyetle değil, demokrasiyle ulaşılır. Daha doğrusu Cumhuriyet buna ön açar ve bu yoldan ilerlemek, Cumhuriyetin içinin demokrasiyle doldurulduğu anlamına gelir.

Kapitalizme köklü eleştirilerim baki kalmak kaydıyla, ülkemizde kapitalizmin kendi aksları üzerinde gelişmesini isterdim. Böylece oluşacak hukuk sisteminde siyasetin kamu kaynaklarını talan amacıyla yapılmasının önü kesilecekti. Darbeler ve otoriter yönetimler olamayacaktı. 100 yıl boyunca kışla ve cami tartışması ve çatışması içinde debelenip durmayacaktık.

Bütün bu gerçeklikler demokratikleşmemizin önündeki engellerdir ama, aşılamaz da değillerdir.

Burada hedefimiz cumhuriyet kavramının içinde dönüp durmak, hamaset yapmak ve politik talepleri onunla sınırlamak olmamalıdır. Demokratik cumhuriyeti hedeflemeyen her politika, cumhuriyet kisvesi altında otokratik, oligarşik vb. egemenlikler kurma ve elde edeceği erk’in gücüyle de zenginleşme peşinde koşmaktadır.