Ormanlar Tahtacılar ve yanan yaşamlar

Bu yıl olağanüstü ölçüde orman yangınları oldu. Antalya, Muğla havalisi yandı. Orman yangınlarına karşı gerekli hazırlığın olmadığı ortaya çıktı. İşlerin kamu yararından çok, şirket yararına yürüdüğünün acı resmi, bir kez daha gözümüzün içine bir mertek gibi sokuldu.

Orman yangınları doğuda kimi bölgelerde devam ediyor. Dersim 10 gündür yanıyor. Devlet güçleri yangına müdahale etmek isteyen Tunceli Belediyesi’nin önünü ormanlara giriş yasak diye kesiyor. Yansın doğu, yansın Dersim!

Yanıyoruz, boğuluyoruz, yıkılıyoruz… ölüyoruz.

Bütün bunlar iktidarın aczinden değil, doğaya ve insana bakışından, yönetim anlayışından ve sermaye odaklı politikasından kaynaklanıyor.

Orman yangını deyince yalnızca ağaçlar değil, ağacından bitkisine, hayvanından böceğine ormanın dünyası yanıyor.
Bütün bu kahredici günleri yaşadığımız ortamda değerli belgesel yapımcısı Süha Arın’ın “Tahtacı Fatma” belgeselini bir kez daha izledim.

Tahtacılar

Torosların Adana’dan başlayıp Mersin, Antalya, Muğla’ya kadar devam eden Akdeniz hattı ile Aydın, İzmir, Çanakkale Kaz Dağları hattındaki ormanlarda ağaç kesim işlerini yapan topluluklara tahtacılar denilir. Günümüzde geçimlerini sürdürmek için daha çok kasaba ve şehirlere yerleşmişlerdir.

Tahtacıların tarihi Selçuklu beylikleri dönemine kadar uzanır. Tahtacıların tarihi ve kimlikleri hakkında farklı görüş ve değerlendirmeler olsa da Osmanlı tersaneleri ve inşaatlar için ağaç kesip tahta biçtikleri ve bu ağaç işleri mesleğini Cumhuriyette de devam ettirdikleri açık bir kesinliğe sahiptir. Tahtacılar, yaptıkları işin gereği olarak ormanlık bölgelere yerleşmişler, neredeyse bin yıldır ormanın dünyasının bir parçası olarak çadırlarda yaşamış ve özellikle Osmanlı merkezi idaresinden uzak durmaya çalışmışlardır.

Tahtacıların gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet devletinden uzak durmalarının temel gerekçesi, Alevi ya da daha doğru bir terimle Kızılbaş olmalarındandır.

Mesele devletin ayırımcı, tekçi (Türk, Sünni, Hanefi) ve baskıcı politikalarıyla da bitmiyor. Süha Arın’ın belgeselinde konuşan orman işçisi Ali Şimşek. “Bize genel olarak tahtacı diyorlar. Tahtacılık deyince bazı çevreler öcü örmüş gibi bunu başka bir tanımla değerlendiriyorlar.” diyerek, bu tarihsel sorunun toplumdaki kökleşmiş algısını ifade ediyor.

Bir ağacı kesebilir mi insan?

Süha Arın öğrencisi Nesli Çölgeçen ile birlikte 1979 yılında Antalya Elmalı kazası bölgesindeki tahtacılarla ilgili bir belgesel yapar. Belgeselin masrafını tamamen cebinden karşılayan Arın, filminin adını “Tahtacı Fatma” koyar.

“Benim adım Fatma Şimşek. İlkokulu bitirdim. 12 yaşındayım. Babam tahtacılık yapıyor…” diyen Fatma’ya yönelen kamera bize, Fatma’nın ve naylon çadırlarda yaşayan Tahtacıların ağır iş hayatını yalın, doğal diyaloglar yoluyla anlatır.

Bir orman işçisi “Var mı pulun, cümle alem kulun. Yok mu pulun, cehennemdir yolun.” diyerek başladığı yokluk ve yoksunluk anlatısına “Ama işçi iki yerde göz önüne alınıyor. Birisi harpte, birisi seçimde, birisi de devlet angaryasında. Sigortamız yok, sendikamız yok, haklardan mahrumuz, bir ilk yardım çantası bile vermiyorlar… çocuklarımızı okutmasını bilmiyor muyuz? Ama nasıl okutalım?” diye devam eder.
Harp, seçim, angarya…sade, doğrudan ve net bir tespit!

Belgeseli ilk izlediğimde dikkatimi en çok ormanda yaşayan o yoksul insanların düzgün konuşmaları, hayata dair farkındalıkları, sorunlarını ifade edişlerindeki neden sonuç ilişkisini kurmaları çekmişti.

Süha Arın Tahtacı Fatma belgeseli üzerine yaptığı söyleşide şöyle diyor. “Beni ve ekibin diğer elemanlarını şaşırtan en önemli olgulardan biri de o kadar aydın fikirli, o kadar ileri görüşlü insanlardı ki, donup kaldık hepimiz. Açık fikirliler. Sorulara net cevaplar veriyorlar. Kendilerini çok iyi yetiştiriyorlardı. Sürekli okuyorlardı. Ve sürekli tartışıyorlardı. Türkiye gündemini takip ediyorlardı. Dünya gündemini izliyorlardı. Bu bizi çok etkiledi. Çekimlerdeki konuşmalar tamamen doğaçlamadır.”

Arın’ın belgeselinden 35 yıl sonra “İki ağaç için” adlı bir başka belgeselde Tahtacı Fatma evlenmiş, Elmalı’ya yerleşmiş, iki yetişkin çocuk sahibi olmuş halini izliyoruz.

Büyüklerimiz semah döner, bizler oyun oynardık diyen Fatma ormanın güzel olduğunu özgürlük olduğunu söylüyor. Bir ağacı kesebilir misin? Kesemezsin! Biz orman işletmesinin bize gösterdiği yaşlı işaretli ağaçları keserdik.

Bir tarafta “Orman yangınlarında bize yangın var diye söylenmesine lüzum yok. Bir menfaate dayanarak değil, içimizden ormana karşı gelen bir sevgiye dayanarak orman yangınlarına gideriz. Ben o ormandan çoluğumun çocuğumun nafakasını alırım. Orman benim için hazine.” diyen Fatma’nın ormana, doğaya bakışı; diğer tarafta ormanları taş ocakları, mermer ocakları, madenler ve özellikle de otel inşaatları için kesenlerin, yakanların bakışı.

Bir ağacı kesebilir mi insan?

Bu denli kokuşmuş ve çürümüş bir dünyada Tahtacı Fatma’nın bu sözü müstehzi gülümsemelerle karşılanabilir, naif görülebilir. Öyle ya; lümpenleşmiş sermayenin ve politikacıların ahtapot dünyasında ne önemi var ki bu sözün?

Hayır!

Yaşamak zorundayız; doğamızı, havamızı, suyumuzu, ağacımızı, börtü böceğimizi korumak zorundayız. Onlarla varız biz.

Sermaye odaklı politikaların insana ve doğaya düşmanlığının ulaştığı merhametsizliğini, sevgisizliğini, sömürüsünü ve alabildiğine yıkıcılığını tüm çıplaklığıyla ortaya seren bu sözü savunmaktan gayrı gideceğimiz bir yer yok!

Yürek yakan bunca olayların yaşandığı ülkemizde ormanın bir dünya ve Tahtacıların da o dünyanın bir parçası olduğunu doğal haliyle anlatan Tahtacı Fatma belgeseli, kurumuş dudaklarımızı ıslatan bir su gibi ferahlık sağlıyor.

Süha Arın belgeselleri

Belgesel sinemanın kurucusu Süha Arın “Tahtacı Fatma – 1979”, “Safranbolu’da Zaman – 1976”, “Kula’da Üç Gün – 1983”, “Anadolu’da Konutun Öyküsü – 1984”, “Aşık Ali İzzet Özkan – 1980”, “Eski Evler Eski Ustalar – 1985 / 1989 (4 Bölüm)” başta olmak üzere 40’ın üzerinde belgesel film yapmıştır.

Süha Arın’ın belgeselleri, insana ve mekâna çıkılan yolculuktur. İnsanın ve mekânın zamandaki dramatik serüveni olup doğal ve içtendir.
1942 Balıkesir doğumlu olan belgesel yönetmeni Süha Arın’ı 2004 yılında kaybettik.

Anısına saygıyla.