Kısa bir süre önce “Öğrenmek Nedir, Neden Öğreniyoruz, Nasıl Öğreniyoruz, Nasıl Bir Eğitim Sistemine İhtiyacımız Var” isimli bir kitabım yayınlanmıştı… Orada şöyle diyorduk:
Neden yeni bir eğitim sistemine ihtiyacımız var? Nasıl bir eğitim sistemine sahip olmalıyız ki, „katma değeri yüksek mallar üreterek“ dünya pazarlarında daha çok söz sahibi olabilelim?.. Küreselleşme sürecinde, yaşamı devam ettirme mücadelesiyle bilgi üretimi süreci arasındaki ilişki nedir?..
21. Yüzyıl koşullarında, küreselleşme sürecinde “patinaj yapmadan” -hiç duraksamadan, yerinde saymadan- ilerleyebilmenin yolu, her şeyden önce, “katma değeri -bilgi içeriği- yüksek mallar üretebilmekten” geçiyor… Bu açık!.. Peki, şimdiye kadar -Osmanlı’dan bu yana- biz ne yaptık? İki yüz yıldır “Batılılaşma süreci” adı altında Batı’da üretilen bilgileri insanlarımızın kafasına zorla sokarak “çağdaşlaşacağımızı-medenileşeceğimizi” sanmaktan başka ne yaptık!..
Ne kadar yol aldığımız ortada!.. Şimdi de, bu süreci tersine çevirip, “demek ki çözüm Batı’da değil Doğu’daymış” diyerek, aynı pozitivist toplum mühendisliği mekanizmasını bu sefer de bu yönde kullanmaya çalışıyoruz! Yani, “Batıcı-Kemalist nesiller yetiştirmek” yerine, “yüzü Doğu’ya dönük İslami nesiller yetiştirerek” problemi çözmeye çalışıyoruz!..
Sonra da diyoruz ki, “patinaj yapıyoruz, daha ileriye gidemiyoruz”!..
Açık konuşalım: 21. Yüzyıl’da -küreselleşme sürecinde- bugün artık gelişmenin, “patinaj yapmadan” ilerleyebilmenin, dünya pazarlarında daha çok söz sahibi olabilmenin yolu, hangi türden olursa olsun ideoloji peşinde koşan nesiller yetiştirmekten geçmiyor! ÖĞRENME NEDİR-BİLGİ ÜRETİMİ SÜRECİ nasıl bir süreçtir, öğrenmeyi, yani yeni bilgiler üretebilmeyi temel alan bir EĞİTİM SİSTEMİ nasıl olmalıdır sorularına doğru cevaplar verebilmekten geçiyor…
Daha önceki çalışmalarda, toplum mühendislerinin bu topluma hep kendi kafalarına göre yeni „bilgi temelleri“ kazandırmaya çalıştıklarını söylemiştik!.. Mübarek sanki kompüter bu, çıkar bir programı koy onun yerine başkasını!! Bu nedenle, şimdiye kadar bizim hiç -iç dinamiklerin etkileşmesiyle aşağıdan yukarıya doğru ortaya çıkan- doğru dürüst bir öğrenme-öğrenim sistemimiz olmamıştır!.. Bugün bile halâ nasıl bir eğitim sistemine sahip olmamız gerektiğini bilmiyoruz!.. E, bu durumda nasıl yeni bilgiler üreterek katma değeri yüksek mallar elde edeceğiz ki?..
Bakın ben bile bu satırları yazarken hep “eğitim sisteminden” bahsediyorum; yani ortada hep bir “eğiten” var bir de “eğitilen”!.. Tabi “eğitenler” daima Devletçi bir “Milli Eğitim Sistemine” göre bu işi yaptıkları -yapmak zorunda oldukları- için öğrenme olayı hiçbir zaman doğru dürüst kavranılamıyor. Bu nedenle, bu makalede “eğitim”den, “eğitim sisteminden” bahsedilen her yerde siz işin aslının öğrenmek -ÖĞRENİM SİSTEMİ- olduğunu düşünün ve olayı bu şekilde kavramaya çalışın!..
Meselenin can alıcı noktası: “Bilgi mühendisliği”!..
Halen uygulamada olan “eğitim sistemimizi” “Milli Eğitim Sistemi” olarak tanımlıyoruz!.. Ve de tabi bu “Milli Eğitim Sistemi’ni” hayata geçirmek üzere oluşturulan bir “Milli Eğitim Bakanlığı’mız” var! Görüyorsunuz, zaten adı bile kendini ele veriyor!.. 21. Yüzyıl’da artık eğitimin “millisi” diye bir şey olur mu hiç? Ama bizim böyle bir soruyu sorma hakkımız bile yok; çünkü bu kavram -“millilik” kavramı- o kadar kutsal ki bizde, onu tartışma konusu yapmak bile imkansız!..
Devam ediyoruz…
Bizim “Milli Eğitim Sistemimiz” aslında hiçbir zaman yeni bilgiler üretmeyi amaç edinmemiştir! Biz hep, “eğitim” yoluyla pozitivist anlamda “yeni nesiller” -“yeni bir millet”- yaratmaya” odaklanmışız! Ya, başkaları tarafından daha önceden üretilmiş bilgileri hazır lokmalar gibi alıp yutarak, ezberci bir “bilgi temeliyle” “yeni nesiller yetiştirip” “yeni bir millet” yaratmaya çalışmışız, ya da -özellikle son zamanlarda- bunun tam zıttını yapmaya çalışarak (bu sefer de sil baştan iki yüz yıl öncesine geri dönerek) dini ideolojik bir yol gösterici haline getirip “kendi hikayemizi” yazmaya çalışarak!.. Yıllarımız hep böyle, “hayır, yeni nesiller ve millet öyle değil böyle yaratılır” diyerek, her şeye sil baştan yeniden başlamayla geçmiş-geçiyor!..
Halbuki, bu şekilde “yeni bir millet ve toplum yaratmaya” yönelik ideolojik hedeflerle yola çıkarak, tıpkı bir robotun hafızasına belirli bilgileri yükler gibi bilgi mühendisliği yapıp insanların kafasına belirli “bilgi kalıplarını” istif ederek bir yere varılamıyor. Çünkü, ezberciliğe dayanarak sahip olunan bu türden “bilgiler” hiçbir zaman “dışardan gelen enformasyonlar” olmanın ötesine geçemiyorlar.
Ama işin doğrusu, başkalarının ürettiği bilgileri bir kenara iterek “Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışmak” da değildir!.. Nerede ne varsa bütün o “bilgileri” bir enformasyon olarak alıp, onları daha önceden sahip olduğumuz bilgilerle değerlendirip işleyerek, yeni bilgiler üretebilmek gerekiyor…
Tabi, hangi türden olursa olsun, pozitivist felsefenin özünde analitik düşünme, düşünerek yeni bilgiler üretme diye bir şeye yer olmadığı için, bütün bu söylenilenler “bilgi mühendisleri” açısından lüzumsuz şeylerdir!!.
Bir örnek verelim: Suyu temsil eden H2O’yu, tıpkı yutulacak bir hap gibi, “al bunu öğren” diye öğrenciye verirseniz nasıl öğrenecek öğrenci bunu?.. Bunun gibi birçok başka bilgiyi daha öğrenme nesnesi olarak (birbirinden kopuk ansiklopedik bilgiler şeklinde) öğrencilerin önüne koyuyorsunuz, ne yapacak öğrenci bunları? Tek yolu var, ezberleyecek! İmtihanlar bittikten sonra da, bu bilgileri hafızasında tutma zorunluluğu ortadan kalkacağı için, unutup gidecek tabi! Kısacası, “benim oğlum bina okur, döner döner gene okur” sözü boşuna üretilmemiştir bizde!..
Evet, Türkiye’de “enformasyonla” “bilgi” eş anlamda kullanılıyor!..
Ve bu “yanlış”, basit, hani “madem ki böyle kullanılıyor varsın kullanılsın” denecek düzeyde bir yanlış değildir! “İnformation”,“Enformation”, “haber”, “mesaj” ve bilgi -“knowledge”, ya da “Wissen”- tamamen ayrı kavramlardır. Bakın, “enformasyon” kavramının Türkçesi bile yok bizde!!. “Enformasyon, mesaj, haber” demektir. Hangi dile ait olurlarsa olsunlar bu kavramlar işin sadece bir yanına, hep dışardan hammadde olarak alınana işaret ederler. Bilgi ise, dışardan alınan bu hammaddenin -enformasyonların- daha önceden sahip olunan bilgilerle içerde değerlendirilerek işlenmesiyle bir ürün olarak ortaya çıkıyor!..
Şöyle bir örnekle açıklamaya çalışalım:
Örneğin, A ve B gibi iki insan arasındaki telefon görüşmesini, ya da karşılıklı konuşmayı ele alalım. A, B ’ye bir şey söylediği zaman bu B için bir enformasyondur bilgi değildir. B, bu enformasyonu alır ve onu kendi içinde daha önceden sahip olduğu bilgiyle (“Wissensbasis”) işleyerek bir çıktı-cevap oluşturur. İşte, B ’nin yaptığı bu işe dir ki, “Informationsverarbeitung”-“information processing”, yani enformasyonu değerlendirerek işleme süreci diyoruz. “Bilişim” kavramı da, ancak bu anlamda kullanılırsa, yani “information processing”-“Informationsverarbeitung” anlamında kullanılırsa doğrudur. A için “bilgi”, ancak B ’den gelen “enformasyonu” işleyerek oluşturulan ürün olabilir. Ama, daha sonra A ’nın çıktısı da -bu A için bir bilgi bile olsa- B’ye ulaştığı zaman hemen öyle B için bir bilgi olmaz! İlk adımda, bu da gene A’dan gelen bir hammadde-enformasyondur!.. Ve B‘de bu enformasyonu kendi içinde sahip olduğu bilgiyle işleyerek -“information processing” yaparak- kendisi için bir bilgi haline getirir. Yani, A için bir bilgi olan, B için bir enformasyondur. Ve tersi… Bu nedenle, hiçbir zaman “bilgi işleme süreci” diye bir şey olamaz!! İşlenen daima enformasyondur. “Bilişim” de enformasyonu işleme sürecidir…
Kısacası, bizim “Milli Eğitim Sistemimiz”, bir torna makinası gibi çalışarak robot-“devşirme” insan yetiştiren (üretilen bu malzemeyle de bir “millet yaratmaya” çalışan) toplum mühendisliği harikası bir ucubedir!.. Bu, dün de böyle idi, bugün de böyledir malesef.
Osmanlı torunu -II. Mahmut’un torunları- İttihatçı atalarımız demişler ki, “Batı’lı ülkeler nasıl olsa bu olayı -bilgi üretme olayını- çözmüşler ve yeni bilgiler üretip duruyorlar. Bu noktadan sonra bize düşen artık bunları -onların ürettikleri bilgileri- alarak bu bilgilere sahip olmaktır”!!. Öyle ya, düşünmeye ne lüzum vardı, düşünmek zaman kaybı idi, zaten yeteri kadar zaman kaybetmiştik!.. Hem sonra, çok fazla düşünülürse bu arada başka zararlı fikirler-bilgiler de üretilebilirdi!! O “fetihçi” toplumsal genlerini aktif hale getirerek “al Batı’dan” -ya da, şimdi moda söylem olduğu gibi, “al Doğu’dan”!!- ve tepe tepe kullan!! İşte bizim her birimizi programlanmış birer robot -devşirme insan- haline getiren “Milli Eğitim Sistemi” anlayışımız budur!!. Ve zaten bu yüzdendir ki, sonuç olarak süreç içinde adeta iki yapay “mahalle-“millet” haline gelmişiz!!. Bir türlü tek bir kültüre -bilgi temeline- sahip bir toplum haline gelemememizin nedeni budur!.. Bu nedenle, önce bu pozitivist işleyişin -devşirme insan yetiştirmeye dayanan “bilgi mühendisliği” anlayışının- değişmesi lazım! Yoksa, aynı ezberci “eğitim” mekanizması devam ettiği sürece, siz istediğiniz kadar “bütçeden eğitime ayrılan payı” arttırın, hiçbir şeyi değiştiremezsiniz! Her seferinde, yönü başka tarafa dönük daha çok ezberci insan yetiştirmiş olursunuz, o kadar!!.
Öğrenme olayını tanımlarken hep, “dışardan alınan enformasyonların daha önceden sahip olduğumuz bilgilerle -bilgi temeliyle- işlenmesinden, değerlendirmesinden” bahsediyoruz. Peki, nedir o toplumsal olarak “daha önceden sahip olunan bilgiler”, yani “bilgi temeli” ve bu işi nasıl başaracağız?..
Ben diyorum ki, yaşanılan yaşanılmıştır bir kere, isteseniz de artık yaşamı-tarihi geri döndüremezsiniz!.. Bu nedenle, bizim yapmamız gereken, süreç içinde ortaya çıkan farklılıklarımızı zenginliğimiz kabul ederek (çünkü, “farklılıklarımız” dediğimiz şeyler “kültür” adını verdiğimiz, bilinç dışı farklı bilgi temellerimizdir) hiçbir şeyi elimizin tersiyle itmeden, şu ana kadar sahip olduğumuz değerlere -bunlar ister “Batılı”, ister “Doğulu” değerler olsun- sahip çıkarak, eldeki malzemeyi nasıl değerlendirip işleyebileceğimizin yolunu bulmaya çalışmak, bu denli farklı malzemeden nasıl yeni sentezler üretebileceğimiz konusunda kafa yormaktır…