20.YY. KALINTISI DÜNYA GÖRÜŞLERİNİN, İDEALİZMİN VE MATERYALİZMİN SONU, VAROLUŞUN GENEL İZAFİYET TEORİSİ…
Makalenin 1. Bölümünü, “şimdi artık deneye dönebiliriz, çünkü söz konusu deney (“Schöridinger’in Kedisi”) Einstein-Schrödinder ekibinin, “Kuantum fiziğinin Kopenhag yorumcuları” da denilen Heisenberg-Bohr ekibine karşı, onların anlayışını, yorumlarını çürütmek için tasarlanmıştır diyerek bitirmiştik!.. Şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Schrödinger-Einstein ekibinin amaçları, yani varmak istedikleri nokta açıktır: Nesnelerin, hem maddi, hem de manevi anlamda bizden bağımsız objektif mutlak gerçekler olarak varolduklarını” ispat edebilmek… “Biz onları -onların varlığını- bilelim bilmeyelim, onların mutlak gerçeklikler olarak bundan bağımsız bir şekilde varolduğunu gösterebilmek…
Evet, kafesin içindeki kediye ne oldu?..
Einstein’ın da içinde bulunduğu Schrödinger ve ekibi diyorlar ki, “kutunun içindeki kedinin ölü mü diri mi olduğu bizden bağımsız (hem maddi olarak, hem de bilincimizden bağımsız bir şekilde) objektif-mutlak bir gerçekliktir (biz bunu bilelim bilmeyelim, orada bizden bağımsız bir kedi gerçeği bulunmaktadır) ama kuantum teorisi bunu reddediyor! Evet, kutunun kapağını açıp da içine bakana kadar, kedi ölü mü, diri mi bunu bilemeyiz, ama bu, kutu açılmadan önce kedinin ölü veya diri olarak bizden bağımsız bir şekilde kutunun içinde varolduğu gerçeğini değiştirmez. Kısacası, kedi, biz kutuyu açıp da içine bakmadan önce de ya ölü, ya da diri olarak o kutunun içinde vardır. Bu teoriyi -kuantum teorisinden bahsediyorlar- savunanlara göre ise, objektif gerçeklik, ancak onlar kutunun kapağını açıp da içeri bakınca ortaya çıkıyor; yani daha önce böyle bir şey yoktur! O ana kadar, kutunun içindeki kedi %50 ihtimalle ölü, %50 ihtimalle diri olarak sadece bir ‘idee’den ibarettir!! Bu ihtimallerden -idee’lerden- hangisinin gerçekleşeceği, gözlemcinin kutunun kapağını açma anında ortaya çıkıyor… Kuantum Teorisi’nin “Kopenhag yorumcuları”, işin içine gözlemcinin iradesini sokarak olaya (varoluş olayına) sübjektif bir yön katıyorlar. Bu yanlıştır! Paris şehri, biz Paris’te olalım ya da olmayalım, bizden bağımsız, objektif-mutlak bir realite olarak vardır! Tıpkı, kutunun içindeki o kedi gibi”!..
Şimdi, Heisenberg-Bohr ekibine dönerek, biraz da, onlar olaya -bu deneye- nasıl bakıyorlar onu görelim:
Heisenberg-Bohr ekibine, yani “Kuantum Teorisi’nin Kopenhag yorumcularına” göre, olay “Schrödinger-Einstein ekibinin -onlar gibi düşünenlerin- ifade ettikleri kadar basit değildir”!
“Siz her şeyi birbirine karıştırıyorsunuz” diyor onlar da! “Klasik fizikle kuantum fiziğini, makroskobik-mekanik dünyanın değer yargılarıyla mikroskobik dünyayı birbirine karıştırıyorsunuz” diyorlar! “Evet, günlük, pratik yaşantımızda Paris şehri bizden, yani gözlemciden bağımsız olarak vardır, bu doğrudur! (Aynı şekilde, yukardaki deneyin sonucunda da kedi ya ölmüştür, ya da sağdır, bunun bizimle hiçbir alakası yoktur…) Ancak, günlük hayatımızın içindeki bu “gerçekler” sadece, bize hiçbir zararı olmayan, tersine işimizi kolaylaştıran pratik birer kabuldür o kadar! Buradan yola çıkarak ilkesel sonuçlara varamazsınız. Örneğin, bir elektron için de aynı şeyi söyleyemezsiniz, çünkü, bu durumda bilmek ölçmekle gerçekleşiyor, ölçmek ise etkileşmektir; ama etkileşince de değiştiriyorsunuz. Ölçme nesnesi, günlük hayatın içinden, Paris şehri, ya da örneğin bir araba -veya kutudaki kedi gibi- makroskibik bir cisim olduğu zaman, ölçme-bilme işlemi esnasında gözlemcinin yapacağı etkinin hesaba katılması gereken bir rolü olmayacaktır. Ama, bir elektron söz konusu olunca,
o bir tek ölçme fotonu bile her şeyi değiştiriyor. Öyle ki, bu durumda ölçme işlemi esnasında varlığını belirlediğiniz elektron, artık işleme başlamadan önce objektif bir realite olarak mevcut olan elektron değildir, etkileşme esnasında yarattığınız değerleriyle varolan bir elektrondur. Her etkileşme, kendisine göre farklı değerlere sahip bir elektron yaratabilir. Çünkü, etkileşmede kullanacağınız fotonun cinsine göre elektron farklı bir şekilde etkilenmiş olacaktır”…
Peki bu kadar mı; yani, Heisenberg-Bohr ekibinin söylediklerinin hepsi bu mu? Eğer bu kadar olsaydı tamamdı, bu görüşlere karşı kimse bir şey diyemezdi, ama öyle değil işte…
Onlar, bütün bunlara ek olarak bir de diyorlar ki; “kutunun kapağını açıp da gözlemci olarak içeride olup bitenleri bizzat görene, tesbit edene kadar kedi %50 ölü %50 diridir. Bu konuda başka bir şey söyleyemeyiz”!.. “Yani, ne olup bittiğini bilmediğimiz sürece, kedinin ölü ya da diri olduğuna dair bir şey söyleyemeyiz. Böyle bir söylem, bizim dışımızda objektif bir gerçekliğin bulunduğuna ilişkin metafizik anlayışı kabul etmek olurdu. Kapağı açıp da gerçek durumu tesbit edene kadar kutunun içindeki kedinin ‘objektif gerçeklik’ olarak varlığından bahsetmek bilim dışıdır”…
Çok açık! Bu durumda “Kopenhagcılar” kedinin varoluşuna ilişkin (onun ölü ya da diri olarak varlığına ilişkin) gerçekliği gözlemcinin sübjektif yargısına -bu konudaki bilgisine- bırakmış oluyorlar…
Yani şunu diyemiyorlar bir türlü; “bu deney gözlemci olarak bizim dışımızda gerçekleştiği için, evet kapağı açıp da içerde ne olup bittiğini görene-bilene kadar kedi ölü mü diri mi bunu bilemeyiz; ama bu, bize -bizim bilincimize- ilişkin bir durumdur ve bunun esas konuyla alakası yoktur. Bu olay bizim dışımızda gerçekleştiği için, bizden bağımsız olarak kedi ya ölmüştür, ya da diri olarak varlığını sürdürmektedir. Kuantum mekaniğinin sübjektif idealizmle-gözlemcinin olaya iradi müdahalesiyle alakası yoktur!.. Gözlemcinin rolü onun ölçme işlemine -etkileşmeye- maddi bir gerçeklik olarak katılmasıyla anlam kazanır. Nitekim, eğer kutunun içinde, kedinin bulunduğu kısımda, gaz maskesi takmış bir gözlemci bulunsaydı, daha kutu açılmadan önce gerçek durum onun tarafından çoktan tesbit edilmiş olacaktı”!..
Bir kere böyle deseler olay bitecek, ama diyemiyorlar işte! Diyemiyorlar, çünkü onların da kafaları karışık. Sübjektif idealist-pozitivist bir virüs var onların zihinlerinde de!..
Önce deneyi bir daha gözden geçirelim isterseniz:
Bence Einstein-Schrödinger ekibi tarafından hazırlanmış olan bu deney, aslında kafa karıştırmaya yöneliktir!.. Çünkü burada, makroskobik-mekanik dünyanın “gerçekleri” (Newton Fiziği’nin konusu olan ve günlük hayatın kabullerine dayanan “gerçekler”) bir dünya görüşü haline getirilerek önümüze konuyor. Bir elektronla bir kedi aynı kategori içinde değerlendirilerek kuantum mekaniğinin yolu kesilmeye çalışılıyor! Bu bir; ikincisi de (bence en önemlisi), “objektif gerçeklik” kavramı “izafi objektif gerçeklik”, “mutlak objektif gerçeklik” ayırımı yapılmadan kullanıldığı için varoluşun özü ortadan kayboluyor…
Kuantum mekaniğinde bir elektron üzerinde ölçme işlemi yapan gözlemciyle elektron arasındaki ilişki sadece iradi -sübjektif- bir ilişki değildir. Bu, maddi olarak gerçekleşen karşılıklı bir etkileşme, birbirini yaratma ilişkisidir. Halbuki söz konusu Kedi deneyinde “gözlemci” bizzat -yani maddi olarak- deneyin, etkileşmenin içinde yer almıyor! Her şey onun dışında olup bitiyor. Yani o, hiçbir şekilde sürecin bir parçası değildir. Bu yüzden de, kendi dışında olup biten bir etkileşme hakkında bir şey söyleme olanağı yoktur. Deneyin sonunda kedi ölüyor mu yoksa sağ mı, nereden bilecek ki gözlemci bunu?..
Kedi, sadece içinde bulunduğu etkileşmeyi temel alan bir koodinat sistemine göre ölü ya da diri izafi objektif bir gerçeklik olarak vardır…
Yani, kedinin durumu, sürecin -etkileşmenin- dışında bulunan bir gözlemcinin sübjektif iradesinden bağımsızdır. Gözlemci bilsin bilmesin, onun dışında, başka bir koordinat sistemine göre izafi-objektif bir realite olarak ölü ya da diri bir kedi bulunabilir. Buradan, hiçbir şekilde, olayların ve süreçlerin-nesnelerin objektif mutlak gerçeklikler olarak varoldukları sonucu çıkmayacağı gibi, kedinin varlığının gözlemcinin bu konudaki bilincine bağlı olduğu sonucu da çıkmaz! Varoluşun izafi-objektif gerçekliğini metafizik bir “mutlak gerçeklikle”, “kendinde şey”le veya sübjektif idealizmle karıştırmamak gerekir!..
Mesele şudur: “zaten bizden bağımsız olarak mutlak bir şekilde varolan şeyleri” mi ölçmeye-bilmeye çalışıyoruz (gözlemci olarak bunlara ilişkin “bizden bağımsız olarak varolan mutlak bilgileri” mi çıkarmaya çalışıyoruz), yoksa, ölçme-bilme işlemi esnasında yaratılmasına katkıda bulunduğumuz şeyleri mi biliyoruz?..