Köşe Yazarı

Zehirli Koltuk

Abone Ol

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Eskilerden bir Ziya Efendi varmış. Toplum içerisinde çok sevilir, sayılır ve hürmet görürmüş. Tam bir gönül adamıymış..
Yaşadığı kasabada küçük bir terzi dükkanı varmış. İşleri de iyiymiş. Çünkü yanına gelen herkesin işine koşar, derdine derman olmak için koşturur dururmuş..

Viranelerde baykuşlar biter mi ? Elbette bitmez.

Eeee gel zaman, git zaman kasabanın uyanıkları bir araya gelmişler, karar almışlar. Ziya efendiyi siyasete, belediye reisliğine aday yapmalıyız demişler. Meseleyi Ziya Efendiye anlattıklarında Ziya Efendi, benim okumam yazmam yok, medrese, mektep okumadım, bilgi birikim sahibi biri de değilim. Ben yapamam dedi. Bu uyanıklar alttan girdiler üstten çıktılar. Sen toplum tarafından seviliyorsun, kanaat önderisin, sana yakışır diye diye zorla ikna ettiler. Her mecliste Ziya Efendi iki kelime etmeden, uyanıklar hemen slogan atıp, alkış yağmuruna tuttular. Bir, iki derken artık Ziya efendi de kendine inanmaya başladı. Ziya Efendi nerede, uyanıklar takımı orada olmuşlar. Ziya efendi kısa zaman sonra olacak belediye reisliğine aday olur. Yıllardır kasabada ektiği yardımseverlik, iyilik tohumlarını biçmeye başlar. Ve her kesim tarafından destek alır. Karşısındaki rakibine iki kat fark atarak belediye reisliğine seçilir.

İnsanoğlunun anatomisi bulunduğu yer ve teneffüs ettiği havaya göre değişmeye başlar. Ziya Efendi ne kadar dirense de ondaki değişimde başladı. Önce kara sakallarını kesip sinek tıraşı oldu. Sonra bol ve geniş kıyafetinin yerine günün modasına göre kıyafet giymeye başladı. Daha sonra son model lüks makam arabasına binmeye başladı. Artık yavaş yavaş halktan ve sokaktan da kopmaya başladı. Zamanının büyük bir çoğunluğunu makam odasında, ceylan derisi koltuğu, lüks ve gösterişli makam mobilyalarının içerisine gömülmüş, yanındaki telefondan sağa sola emir yağdırıyor, kasabanın ileri gelen tüccarları ile muhabbet etmeye ayırıyordu.

Ziya Efendi saf, temiz dedik amma işleri görünce oda ben bu pastanın neresindeyim deyiverdi. Bunu duyan uyanıklar takımı Ziya Efendiye altan girip üstten çıktılar. Ne kadar yapmak istedikleri işler varsa hepsini onu da ortak edip yaptırdılar. Tabii makam, mevki bir de hayal edemeyeceği servet kazanan Ziya efendi artık bu hayat böyle geçer, bu servet biter mi diye kasıla kasıla konuşmaya başlamış. Amma Ziya Efendi’nin unuttuğu bir şey var. Onu bu işe sokan uyanıklar takımı her işi yaptıktan sonra bütün işleri ona yıkıp aradan çıkacaklar. Dünya işte herkesin bir hesabı var. Ama hesapta olan değil, nasip de olan gelir başa…

Gel zaman, git zaman bir sonraki belediye seçimlerine çok az bir zaman kalır. Uyanık takımı artık maddi olarak yükünü almış, servetlerine servet katmışlar. Artık işler maddiyattan çıkmış nefis ve gurur meselesi haline gelmiş. Uyanıklardan biri biz bu cahili reis yaptık . Şimdi sıra bende, ben reis olacağım deyince diğer uyanıklar hooop demiş bizim neyimiz eksik ve uyanıklar takımı birbirine girmişler. Öyle bir tartışma olmuş ki hepsi birbirinin yaptığı haksız, hukuksuz bütün işlerini dosya yapmış birbirlerini göz dağı vermeye başlamışlar. Neticede hepsi birbirine düşman kesilmiş.



Bir gün Ziya Efendi belediyeden çıkarken kasabanın meczubu Hikmet ile karşılaşır. Ziya Efendi nasılsın hikmet, iyi misin diye sorar. Meczup Hikmet ise başkanın etrafında dönerek o koltuk zehirli , seni o zehirli koltuğa oturttular diye diye döner durur.
Eski halinden eser kalmayan Ziya Efendi hiçbir şey anlamaz. Bizim Meczup Hikmet işte, ne söylese yeridir diyerek güler geçer. Ama unuttuğu bir şey var bazen meczup, deli olarak gördüklerimiz velidir, akıllıdır. Biz farkına varamayız… Eeee bu işin sonu ne oldu?

Herkes eteğindeki taşları bir bir ortaya döktü. Bu işlerden en zararlı çıkan yine kasaba halkı oldu. Uyanıklar takımı yine yolunu bulup işleri Ziya Efendiye yıktılar. Ziya Efendi gitti nezarete onlar gittiler tatile…