Belli ki, kabuğunu soymaya üşendiği küçük bir domatesi 5-6 siyah zeytin kümesinin içerisine o yöreye özgü nefis bir zeytinyağı eşliğinde alelacele doğrayarak kendisine ekstra bulaşık çıkarmadan günün ilk gıda mesaisi olan kahvaltıyı bu şekilde aradan çıkarmaya çalışmış Deniz’imiz.
Tıpkı kendisine haram kılınan o kısa hayatı gibi, hayatımız gibi daha doyamadan sadece 1 ya da 2 yudum alabildiği o kağıt bardağın yarıdan fazlasının Kürtlerin çok sevdiği üzere demli bir çayla dolu olmasından anlaşılıyor ki, bakımsız bir domatesle onun yaverliğine hınzırca soyunmuş bir iki çelimsiz siyah zeytinden oluşan o mütevazı kahvaltısına daha yeni başlamışken bir nefret dolusu vahşi şarjörün üzerine, üzerimize “kahramanca!” boca edilmesiyle birlikte hiç tanımadığımız; ne yazık ki artık hiçbir zaman da tanıyamayacağımız hayalleri, korkuları, sevdaları olan ve de kimselere zararı olmayan güzeller güzeli bir kızcağızla aynı kahpe mermi yığınıyla kavrulup ayrı yerlerde toprağa düşmüşüz.
Bu sebeple de sevdiklerimizle neşe ve huzur içerisinde yaptığımızı zannettiğimiz o şenlikli kahvaltılarımızın üzerine, koca bir ulus tarafından yıllarca bilerek, isteyerek ve daha acısı da “nefret edilerek” taammüden yalnız bırakılmış, tek başına bırakılmış partisi gibi celladına tek başına yakalanmış genç bir kurbanın peynirini koyamadığı yetim kalmış kahvaltısının kan dolu, acı dolu, sitem dolu çığlıkları sıçramıştır her ne kadar biz pek fark edemesek de..
Dolayısıyla bundan sonra bu lanet topraklarda demlenen her çayın, kabuğuyla ya da kabuksuz doğranan her domatesin, o domatesle birlikte aynı kaba konan her zeytin tanesinin sessiz bir konuğu, bedensiz bir acısı olacaktır bize eşlik eden.
İşlediği korkunç cinayet sonrasında terini silmesi ve az biraz soluklanması için kendisini “köşesine” götürmek üzere teslim almaya gelen polisler tarafından “adın ne abicim?” şevkat sorusuyla karşılanan malum yarmanın, silahları yerine havlularıyla olay yerine intikal ettikleri anlaşılan malum ve meşhur menajerlerine ne cevap verdiği o kargaşa içerisinde pek net duyulmasa da, yarım kalan kahvaltıların yasını tutmaya son derece alışık olan bizler bu çirkin yaratığın adını, ne iş yaptığını, ne iş yapmak üzere kimler tarafından nerede ve nasıl eğitildiğini ve kimlerin üzerine ne amaçla salındığını gayet iyi biliyoruz.
Ancak bu kanın durması için “bilmemiz”, “farkında olmamız” yetmiyor ne yazık ki..Dili, dini, ırkı, ideolojisi ne olursa olsun toplumun tüm kesimlerinin üzerine kan sıçramış o kahvaltı masasının etrafında gönülden bir ruh haliyle toplanması ve “biz burdayız arkadaş!”, “biz halkız, yeniden doğarız her ölümle!” demeleri, haykırmaları gerekiyor.
Bu toplumsal kenetleniş gerçekleşmediği sürece zengin ya da fakir bu topraklarda kurulan her kahvaltı masası gün geçtikçe daha fazla yetim ve öksüz kalmaya devam edecektir.
Deniz’in, Deniz’lerin anısına saygıyla.