Köşe Yazarı

Kanlı ıslıklar

Abone Ol

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Kendimden umudumu kesmeye ilk defa ne zaman karar vermiştim aslına bakarsanız tam olarak hatırlayamıyorum. Ama bu lanet ülkeden ve onun neferlerinden umudumu ne vakit bütünüyle kestiğimi; Adolf Eichmann’ın “kötülüğün sıradanlığını” bu ülke insanına ne zaman devrettiğini sanki bugün yaşanmışcasına, sanki bugün utanmışcasına gayet net hatırlıyorum.

Konya’da oynanan bir milli maç öncesinde o hafta içerisinde yaşanan Gar Katliamı sebebiyle hayatlarını kaybeden insanlarımız için yapılan saygı duruşunun “dini ve milli” olduğunu iddia eden yüksek ahlak ve erdem sahibi (!) mütedeyyin Konyalılar tarafından ıslıklarla bastırılmasına televizyondan şahit olmamla birlikte bu yalnız ve güzel ülkeye dair iyi kötü istihdam ettiğim tüm umutlarımı, tüm naif ve insani hayallerimi Konya Stadyumunun en az sahipleri kadar çirkin olan o yeşil zeminin altına gömmüştüm.

Zira, daha hayatın ısınma turlarında olan böylesine pırıl pırıl memleket gençlerinin, IŞİD isimli aşağılık bir katil sürüsü tarafından hunharca katledilmesine hiçbir şekilde üzülmeyen, üzülmediği gibi o korkunç katliamın anılmasına da toplu halde karşı çıkan, protesto eden insanlıktan affını istemiş böylesine iğrenç bir kitlenin sadece Konya tribünlerinin her yanına nefretlerini saçmış o on binlerle asla sınırlı kalmadığını; o kanlı ıslıkların farklı olanlara, farklı olduklarının farkında olanlara ve bu farklılıklarını tüm resmi ya da gayri resmi yıldırmalara rağmen korkusuzca, inatla dile getirenlere karşı kendisini bu kadim toprakların asli sahibi olarak gören milyonlarca rahatsız tarafından ama açık açık ama utanarak da olsa gizli kapaklı çalındığını artık yaşını ve tüm dinmeyen dertlerini yeterince başına almış tecrübeli bir Türkiye Cumhuriyeti mağduru olarak gayet iyi biliyordum.

Bildiğim için de, daha hayatının baharında gencecik, ışıl ışıl bir kızcağızın, farklılıklarını zamansız uzayan “fazlalıklar” olarak görmekten nedense bir türlü bıkmayan, usanmayan kadim devlet aklımız ve o lanet aklın şimdilerde taşeronluğunu üstlenmiş cari iktidar tarafından hedef tahtasına oturtulmuş olmasına ve gözünü, ruhunu, her yanını kin ve nefret bürümüş sefil bir psikopat eliyle üstelik şehrin tam orta yerinde, üstelik çok iyi korunması gereken bir binada adeta göstere göstere; belki de “ıslık çala çala” katledilmiş olmasına gösterilen bu kitlesel sessizliğimize, hissizliğimize ve tabii artık ata sporumuz haline dönüşmüş “iki yüzlülüğümüze” asla şaşırmıyor, bu insanlıktan çıkma hallerimizi garipsemiyorum artık.

Ancak her şeye ve herkese rağmen yine de kahrolmanın önüne geçemiyorum. Bu elim haberi duyduğum andan itibaren gönül dolusu ağlamaya çalışırken yakalıyorum kendimi, ama nedense bunu bir türlü beceremiyorum. Ya kendi yasımı tutarken tükettim gözyaşlarımı, ya da her şeyimizi çaldıkları gibi hüzünlerimizi de arsız bir hırsız gibi bizden çekip çaldıkları için onları gözyaşıyla sulayamıyoruz artık.



Çok ama çok üzgünüm.



E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir