Sadece ormanlar mı yanar?

Yangının ilk gününde açıklama yapanlar “Hiç can kaybı yok” dedi. Yeryüzünde sadece kendini canlı olarak gören insanoğlunun ve onun tükenmeyen bencilliğinin tek cümlelik özetiydi bu. Bu cümlenin herhangi bir ögesi dahi olamayan onca güzel hayvan, huzurla yaşadıkları evleriyle birlikte yandı. Peki rahatça sürçen o diller, bu dilsiz canlılar için hiç yanmaz mı?

İnsanlar, Nemrut’un ateşine bir damla su taşıyan o karınca misali elinde damacanalarla yangına koşmaya başladı. Yangına su taşırken can veren karıncalardan biri olan Şahin Akdemir’in o son selfie’sine bakarken, bir yakınının nikahına giden yetkililerin ve alev manzaralı eğlencelerini bozmayan tatilcilerin yüreği yanmaz mı?

İnsanlar “Yardım edin, yok oluyoruz!” diye haykırırken birkaç ünlü “Dünyadan yardım istemek zoruma gider, karşıyım” dedi. Ormanların yardım alarak kurtulması yerine onurluca yok olmasını tercih edenlerin vicdanları hiç yanmaz mı?

Bilirkişiler “Yanan ormanlar hukuken imara açılamaz” dedi. O hukuk 2006’da yanan ormanın yerine 2011’de otel yapılmasına gözlerini kapatmıştı. Hukukun bile yandığı ülkede, bir kez olsun yoğurdu üfleyerek yemek için kimsenin sütten ağzı yanmaz mı?

Bu ülkede sadece ormanlar mı yanar?
İtibarı şatafat, gücü hamaset, acizliği mağduriyet sananların ve afetten medet umanların kafalarında artık bir ışık yanmaz mı?

BIRAKIN MÜKEMMEL OLMASIN

İnsan, sınırsız bir hayal gücüne ve bunları gerçekleştirebilecek muazzam bir potansiyele sahip. Ne var ki zaman içinde oluşturduğumuz inanç kalıpları, kaygılarımız ve çevremizin bize öğrettiği ezberlerle bu potansiyelimizin büyük bölümünü kullanamaz ve daha da kötüsü farkına bile varamaz hale geliyoruz.

Kendimize koyduğumuz en yaygın engellerden biri de “mükemmellik takıntısı”

Yapacağımız işe mükemmellik koşulunu koymak, çoğunlukla o işe başlayamama engelini de beraberinde getiriyor. Birçoğumuz başarısızlıktan korkuyoruz ve önümüze ne konmuşsa, zaten neyi iyi yapıyorsak onu yapmaya devam ediyoruz. Oysa büyük başarılar, gerçekten başarısızlığın göze alındığı zamanlarda ortaya çıkıyor.

Örneğin uzun zamandır yazmayı tasarladığımız öykümüzün yayımlandığında nasıl beğenileceğini, nihayet açığa çıkaracağımız o yazarlık potansiyeline herkesin hayran kalacağını hayal etmek; o öyküyü yazıp da hiç ilgi görmemesinin yaratacağı hayal kırıklığıyla yüzleşme ihtimalinden daha konforlu geliyor.

Kusursuzluğu arayan bir yazar birinci sahnenin çeşitli sürümlerini yazmaktan oyunun gerisini yazamazmış.

Süreçten keyif almak yerine sürekli sonuçları düşünmek bizi bir yere götürmez. Hata yapmaktan korkmamak daha esnek, daha özgür ve daha akıcı olmamızı sağlayacaktır. Bir konuda bizden daha başarılı olanlar muhtemelen o konuda bizden daha fazla hata yapmış olanlardır.

Pek çok durumda bilgimiz ve yetkinliklerimiz, yapacağımız iş için tam anlamıyla yeterli olmayabilir. Ama unutmamalıyız ki insan yetkinliklerini “yaparak” kazanır.

Mükemmellik takıntısı yüzünden hiç başlayamamak yerine, hata yapmaktan korkmadan istekli bir ilk adım atmak gerekiyor.