Ziya Hoca’dan Mahmut Hoca’lık beklemek

Ziya Selçuk göreve geldiğinde eğitim camiasının önemli bir kısmı “En azından bir eğitimci Milli Eğitim Bakanı oldu” diye sevindi. Zira toplumun geri kalanı gibi, eğitim camiası da liyakate ve alanında uzman kişilerin bakan olmasına çok alışkın değildi. “Bakan Bey” yerine “Ziya Hoca” diyebilmek bile iyi gelmişti.

Göreve başlarken ilk sözü “Çok heyecanlıyım” oldu. Milli Eğitimin başında bir sonraki atamada Tarım ve Köyişleri Bakanı bile olsa şaşırmayacak türden bir Bakan Bey değil de Ziya Hoca’nın olduğu yavaştan farkını belli etmeye başladı. Ne var ki bu “yavaştan” hep öyle kaldı. Bazı şeyler hiç değişmedi. Hayal kırıklıkları başladı.

Bu süreçte birçok şey dendi. Kimileri “Yaptırmıyorlar” dedi, kimileri “Ne bekliyordunuz ki?” diye söylendi. Sonuç olarak Ziya Hoca’ya çizilen sınırlar, onun yapmak istedikleri ile örtüşmedi. Belli ki bir süre sonra onun da hevesi kaçtı.

“Çok heyecanlıyım” diye göreve başlayan Ziya Hoca “Affımı istiyorum” diyerek görevden ayrıldı. Bir kez daha anladık ki sorumluluğu olup yetkisi olmayan ve istifa bile edemeyen bir bakan olmak “birinin ağzına bakan olmak” anlamına geliyormuş. Her ‘hoca’dan “Ben tüccar değilim, eğitimciyim!” deyip arkasına bakmadan giden Mahmut Hoca’lık beklemek romantiklikmiş. İnsanın ufku, vizyonuna razı olduğu kişi kadarmış.

Ve “affını istemek, affetmek” gibi jargonların hâkim olduğu bir düzende liyakat bile “yanlış yöne giden bir uçağın içinde doğru yöne yürümek” kadar anlamsızmış.

CAN SIKAN İLTİFATLAR

Einstein’a yaklaşan güzel ve şuh bir kadın “Siz ve ben evlenmeliyiz. Böylece sizin kadar zeki ve benim kadar güzel bir çocuğumuz olur” der. Einstein kadını şöyle bir süzdükten sonra şu cevabı verir: “Aman hanımefendi, bir de tam tersi olduğunu düşünsenize! Felaket olurdu…”

Einstein’in bu zekice cevabı kadar doğrudan ve bilinçli olmasa da kimi zaman iltifat ettiğimizi sanırken karşımızdakini yerdiğimiz anlar olduğunu düşünüyorum. Mesela:

“Sen çok fotojeniksin”: Aslında o kadar güzel değilsin ama fotoğraflarda bir şekilde olduğundan güzel çıkmayı başarıyorsun.

“Kendinle barışık birisin”: Aslında senin bu özelliklerinle hayata küsmen, bunalıma girmen veya insan içine çıkamıyor olman lazımdı. Ama sen hiçbir şey yokmuş da normalmişsin gibi pozitif olmayı başarıyorsun.

“Küçükken ne kadar tatlıymışsın”: Bu fotoğraftaki tatlı çocuğa bak, bir de sana. Nasıl oldu da bu güzel çocuk senin gibi nemrut, sevimsiz birine döndü acaba.

“Karakteristik bir burnun var”: Büyük, şekilsiz veya kemerli diyemedim işte. Ama istersen harika bir plastik cerrah tanıyorum.

“Bugün çok güzel olmuşsun”: Diğer günlerin aksine…

“Hayatımda gördüğüm en çalışkan insandır”: Zeki değil. Yetenek desen hak getire. O da ne yapsın, tüm bu açıklarını çok çalışarak kapatıyor işte. Aramızdaki fark o yüzden yani. Sen, ben onun yarısı kadar çalışsak ohooo…