Mağara duvarlarına çizilen insan, hayvan şekillerini resim olarak kabul edersek ve klanlar arası çatışmaları savaş kabul edersek, sanat ile savaş insanın tarihinde neredeyse eş zamanlı olarak görülen en eski eylemlerdir.
Sanat insan yaratıcılığının estetiğini, savaş ise insan yıkıcılığının en vahşetini temsil eder. Savaş, sanatın konusunu oluşturan büyük bir alandır; belki de sanatın konusu olarak aşktan, sevgiden, inanç dünyasından sonra savaşın işlenişi gelir.
Romanların, şiirlerin, destanların konusudur savaş. Özellikle sinema, savaş konusunun işlenişine bir hayli görsel imkanlar sunar. Resim sanatı çok sayıda farklı savaşı ve savaşın yıkımlarını işleyen tablolarla doludur. Savaşın hikayeleri heykellerde, rölyeflerde, stellerde ifade edilmiştir. Ve savaşın acılarının notalarda aktığı müzik sanatı.
Sanat ve savaş eylemini yapısal olarak kategorize edecek olursak, sanat iyinin, savaş ise kötünün simgesidir. İyi de kötü de insana aittir. (Bu anlamda “Savaş Sanatı”, “Savaş Sanatı Tarihi” gibi, savaş ile sanatı yan yana getiren kitaplar, daha baştan kavramsal bir yanlışa düşmekteler.)
Bunca sanat ürünü varken ve insanların çoğunluğu (hele bu iletişim teknolojilerinin çeşitliliği ve hız ortamında) bunlara şu veya bu şekilde ulaşmasına rağmen neden sanat, savaşı önleyemiyor? Veya neden toplumlarda en azından savaşlara karşı büyük bir sivil direniş gelişmiyor?
Elbette sanatın savaşı önlemek gibi bir amacı veya görevi yok. Hayır, anlatmaya çalıştığım bu değil. Toplumlar sanat aracılığıyla savaşın o korkunç yıkıcılığını duyumsamalarına rağmen neden savaşlar devam ediyor. Savaşa karar verenler, savaşın askerleri, komutanları, savaşı kışkırtan çevreler, propagandasını yapan medya; bunların çoğunluğu, belki tamamına yakını savaşın vahşetini konu edinen bir kitap okumuş, bir film izlemiş, bir tablo görmüş, müzik veya savaşı yaşamış olanlardan savaş kötülüğüne dair anılar dinlemiş olmalarına rağmen, her biri savaşın aktif birer unsuru olabiliyor.
Sonuçta sanat tek tek bireylerde savaş karşıtlığı yaratabilir ama savaşa karşı bir seçenek oluşturamaz veya savaşı durduramaz. Çünkü savaş halkların değil (Halklar savaşa mecbur bırakılırlar), devletlerin (Onun icra organı iktidarların ve egemen sınıfların) örgütlü bir eylemidir. Savaşın üstünü kazıyınca altından savaş ekonomisinden ve işgalinden çıkarı olan egemen sınıfları görülür. Devletler halklarını ülkenin çıkarları başlığı altında gerek örgütlü askeri gücün baskı ve zor yoluyla gerek gönüllülük yoluyla sevk ve idare etme gücüne sahiptir. Devletin ahtapotvari bu gücü karşısında sanat ancak eleştirel olabilir. Kaldı ki yukarıda belirttiğimiz gibi, sanatın gerekliliği de amacı da bu değil.
Hiç böylesi görülmemişti
Sanatın savaş karşısındaki durumu böyleyken, şimdiye kadar savaşın muktedirlerinin sanat karşısındaki durumu, sanata sansür uygular, sanatçıyı susturmaya çalışırlardı. Rusya-Ukrayna savaşında ise, topyekûn olarak sanata ve sanatçıya karşı bir yasaklama girişimi görülüyor.
Üstelik bu saçma uygulama hiç beklenilmeyecek bir yerden, uygarlığın ve demokrasinin beşiği olan Avrupa’dan geldi. Kimi Avrupa devletleri ve kurumları Rusya’ya yaptırım çerçevesinde Rusya’nın evrensel sanat ve kültür değerlerini yasaklıyor.
Rusya’nın o muhteşem edebiyatını yasaklıyor. Akıl alacak gibi değil, Dostoyevski yasaklanıyor, Çaykovski’nin eserleri klasik müzik repertuarlarından çıkarılıyor! Rus Orkestra Şefi Valeri Gergiev yıllardır yönettiği Münih Filarmoni Orkestrası’ndan kovuluyor. Tolstoy’un eseri Anna Karenina romanını filme çeken Netflix, filmin çekimini durduruyor. Tarkovski’nin filmleri gösterimden kaldırılıyor. Buna modernizmden mülhem faşizmle Postmodern fıttırmasının günümüzdeki bunaklığı diyebiliriz. (Bir de kimi solcuların bu durum karşısında Dostoyevski’nin milliyetçiliğinden, antisemitizminden dem vurma lafazanlıkları yok mu?).
Sanat evrenseldir. Bugünün Batı’sı evrensel değerlere saldırıyor! Rusya’ya karşı tepkiselliği ve yaptırımları bu noktaya kadar getirenlerin bir gün kendilerinden utanacakları sanmıyorum ama o ülkelerin halkları bu utanca karşı çıkacaklardır.
Rusya’nın (Ya da başka bir ülkenin) o büyük kültürel ve sanatsal yapıtlarına karşı yaptırım uygulanması, bize dünyanın otokratikleşmeye, totaliterleşmeye doğru hızla gittiğinin bir göstergesi. Egemenlerin, muktedirlerin iktidar eyleme biçimleri artık demokratik değerleri kendine saldırı olarak görüyor ve demokrasi taleplerinin önünde silahıyla, medyasıyla ve hatta üniversitesiyle duruyor! Bu çöküşe önemli ölçüde post-modern dünyanın ‘sululuğu’ da cevaz veriyor, uygun bir politik ve kültürel alt yapı sunuyor.
Batının kimi yerlerinde ve kurumlarında Rusya’nın evrensel değerlerine karşı yapılan saldırı ve yaptırımlarından kısa zamanda geriye adım atılacağını düşünüyorum. Evet, Batı sarsılıyor, güçsüzleşiyor ve gittikçe demokrasi değerlerini geri plana atıyor olsa da yüzlerce yıllık toplumsal mücadeleler tarihinden süzülerek gelen insandan yana değerlerini herhalde bir çırpıda gömemez.
Savaşın tek hakikati ölümdür
Daha yakın bir zaman önce İkinci Dünya Savaşı’nın en ağır, en acı, en kanlı felaketini yaşamış ve milyonlarca ölü vermiş olan Rusya ve Ukrayna (O dönemde SSCB olarak tek ülke idi) bugün savaşıyorlar.
Bu savaşın taraflarının iddia ve gerekçelerine bakarak bir taraf tutmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü her bir tarafın kendine göre haklı yanları var. Ayrıca salt bugün ifade edilen iddia ve taleplerin geniş bir arka tarihi planı (Örneğin Ukrayna’nın SSCB döneminde gördüğü zulüm, Kırım’ı Osmanlı’dan alan Rusya iken 1954 yılında Kırım özerk bölgesinin Kruşçev tarafından Ukrayna idari sınırları içerisine dahil edilmesi vb.), toplumun içinde iktidarlar tarafından yaratılan fay hatları, NATO ve Batı’nın (Özellikle ABD’nin) bu iki ülkenin jeopolitiği üzerindeki hesapları var. Olaylara neden-sonuç bağlamında bakılmaya başlandığında, buradaki sonuç bir başka yerde neden olabiliyor ve bunlar birbirini üreterek geliyor. Savaş için tarafların ileri sürdüğü iddialar, talepler ve konjonktürleri bu bağlamda değerlendirerek bir taraf seçmek kolaydır, ama doğru değildir.
Fakat ortada bir işgal var: Rusya Ukrayna’yı işgal etti. Mevcut durumda Ukrayna’nın işgaline karşı çıkmak, savaşa karşı çıkmanın mihenk taşıdır. (Demek ki, savaşa karşı çıkmak bir tarafsızlık değil, bir taraflılıktır.) Savaş dilde kolay konuşulan fakat yaşanılması durumunda dilin bile yetmediği acıların pratiğidir. Şimdi Ukrayna da binlerce insan ölüyor, milyonlarca insan yerinden yurdundan ediliyor, kan, gözyaşı, acı, çocuklar, kadınlar, soğuk, açlık ve korku…
Savaşın taraflarından olmak yerine savaşın karşı tarafında olmak, insani ve doğru tutumdur. Çünkü savaşın tek hakikati ölümdür.
NOT: Putin Rusya’sında bile yüzbinler meydanlarda savaşı protesto ettiler. Bizde bırakın bir savaş protestosu eylemini, kadınların evrensel günü olan 8 Mart’ta bile kadınların kendi günlerini meydanlarda kutlamalarına bile izin verilmedi.