Dünyanın son 50 yılında büyük değişimler yaşıyoruz: Postmodernizm, küreselleşme, bilişim teknolojilerindeki devasa gelişmeler, Sosyalist Blok’un çöküşüyle birlikte Batı’nın tarihsel sürecin bir birikimi olarak gözetmek zorunda kaldığı demokratik değerleri geri plana itmesi vb. (Bunun tipik örneğini AB’nin düştüğü durumda görebiliriz).
Bütün bu değişimler, sermayenin ve politikanın lümpenleşmesine uygun zemin oluşturdu.
Özellikle postmodernizm başta politik sahada olmak üzere toplumsal hayatta değersizliklere, hakikat yitimine, izafilik adına gerçeğin çok yönlü çarpıtılmasına ve lümpenleşmeye alan açtı.
Modernizm ve içinden geçtiğimiz postmodernizm (modernlik sonrası) konusu tartışmalıdır ve sürecin nereye gideceği belirsizlikler taşımaktadır. Şimdilik olan şudur; dünyada bir avuç sermaye ve politikacı taciri için yararlı olan, ancak dünyanın geri kalan nüfusu ve doğa için zararlı olan bu özgün sorunlu nesnellik karşısında öznenin, karşı politik çözümler üretme sıkıntısı yaşanmaktadır.
İktidarlar için çok eskilerden beri kullanılan popülizm, günümüzde politik lümpenleşmeye çok uygun bir alan oluşturur. Popülizm bir ideoloji olmayıp iddialar ve retorikten öte gitmeyen söylemleriyle daha çok kendini politik soslara bulanmış tavırlar olarak ortaya koyar. Halk, millet, İslam, (veya İslamofobi), Yahudi vb. kavramları üzerinden kitlelerin duygularını okşayan, tepkilerini kaşıyan ucuz, ama tehlikeli politik söylemlerdir. Politikadaki lümpenleşme popülizmin retorikleriyle kendi nobranlığını gizlemeye çalışır.
Lümpenlik
Lümpen sözcüğü Marx’a aittir. Literatürde lümpen sınıfsız, işsiz, yoksul, sefil, sokak serserisi takımı olarak adlandırılır.
Dil yaşayan bir olgu olarak, sözcüğün ilk tanımlarını tanım alanları doğrultusunda geliştirerek onun anlam dünyasını genişletir. Bu anlamda politikada lümpenleşme deyince, sözcüğün literatüre göre toplumdaki kitlesel konumunu değil, onun davranış ve kültür dünyasını referans alıyoruz. Dolayısıyla çağımızda lümpenleşme, toplumun her kesiminde görülebilecek olan arızalı bir oluşumdur.
Sermaye ve politika sahasındaki lümpenleşme kendini ilkesiz, seviyesiz, görgüsüz, nobran, yozlaşmış zihin yapısı yoluyla ortaya koyar.
Bu anlamda politik lümpenleşmenin temel özelliği kuralsızlık kuralıdır. Bir başka deyişle duruma göre kural koymaktır. Enver Paşa’nın dediği gibi “Yok kanun, yap kanun” kuralı, keyfiliğe ve hukuksuzluğa dayalı iktidar (daha geniş deyimle egemenlerin) olmanın özlü ifadesidir.
Sermayenin lümpenleşmesi
Sermaye ve politikadaki lümpenleşmenin önün açan esas faktör, 1980’lerden itibaren uygulanan neoliberal ekonomi-politikalardır. Neoliberalizm için kısaca piyasaya kamu aleyhine, sermaye lehine sınırsız, sorumsuz ve hukuksuz müdahale tanımını yapabiliriz.
Neoliberal politikaların dönemine denk düşen, daha doğrusu onunla zamandaş bir gelişme sermayenin lümpenleşmesine çığır açtı. Küreselleşme, bilişim çağı, nüfus hareketleri (bizim gibi ülkelerde kentleşme ve Batı ülkelerine göçmenlik akışları), eskiden küçük çaplarda var olan rantiye, finans oyunları ve uyuşturucu alanlarında müthiş bir büyümenin koşullarını yarattı.
Kayıt dışı, rantiyecilik ve karapara olarak adlandırılan bu lümpenleşme kapitalizme eklemlendi.
Lümpen sermayenin en büyük birikiminin kaynağını rantiyecilik oluşturur.
Rant kısaca bir mülkün ya da paranın, belirli bir süre sonunda, hiç emek verilmeden sağladığı gelir şeklinde tanımlanmakta.
Ancak bu rantın büyümesindeki en büyük faktör, iktidarların piyasaya rant sahipleri lehine müdahalesidir ki, buna rantiyecilik denir. Bu hukuksuz ve keyfi uygulama lümpenlerin (Sermaye ve iktidar) vurgunculuğudur.
Türkiye’nin son 20 yılındaki inşaat sektörü, dünyadaki rantiyeciliğin tipik örneğidir. İktidarın ve belediyelerin araziler üzerinde imar tadilat planları adı altında yaptıkları rantiyecilik, kamu arazilerinin inşaatlara açılması, kıyıların yağmalanması ve özellikle ulaştırma ihaleleri gibi inşaat temelli uygulamaları, üretken olmayan yeni bir sermaye sınıfı doğurdu.
“Yine AKP’nin Programını yazan Abdullatif Şener geçtiğimiz aylarda sadece İstanbul’dan vurulan imar rantının 3 trilyon dolar olduğu şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.” (Partimiz, 17-25 Aralık Operasyonuna ilişkin bir kez daha suç …https://www.hkp.org.tr).
Başta İstanbul olmak üzere rantiyecilik uğruna kentlerimiz berbat edildi, kamu yararı olmayan madencilik adına ormanlarımız kesildi, sularımız kirletildi. Böylece kapitalizmin klasik sermaye yapısının yanında burjuva nitelikli olmayan bir iş insanları kitlesi yarattı.
Bu alanda sermaye birikimine sahip olan kesimlerin, tarihsel arka planı olan burjuvaziyle ilgisi yoktur. Elbette bu yeni sermaye gruplarının burjuvaziyle de yoğun ekonomik ilişkileri olmakla birlikte, bu kesimin bir burjuva kültürü ve çevresi yoktur.
“Offshor bankacılığı Bahama adaları, Panama, Bermuda, Liechtenstein, Cayman adaları, Bahreyn, Andorra, Guernsey, Isle of Man, İngiliz Virgin adaları.
“Kıyı bankacılığı, vergi avantajları, denetim muaflıkları ve bunların sonucunda daha yüksek faiz kazancı sağlamanın yanı sıra bazı hallerde karapara için de bir çeşit sığınma imkânı sağlar. Haksız, kanunsuz yollarla elde edilmiş ya da haklı elde edilse bile vergisi ödenmemiş olan gelirler kıyı bankalarına yollanarak oralarda gözlerden ve denetimden uzak tutulur.” (Kıyı (Offshore) Bankacılığı – KENDİME YAZILARhttp://www.mahfiegilmez.com › ky-offshore-bankaclg)
Vergi cenneti denilen bu bölgelerde saklanan para miktarının 30 trilyon dolar olduğu tahmin edilmekte. Bu miktar, küresel servetin yüzde sekizini oluşturmakta.
Birleşmiş Milletler ve uluslararası kuruluşların 2016 tarihli raporlarına göre, dünya genelinde suç örgütlerinin 4-5 trilyon dolarlık kara parasının 1,8 trilyon dolarını uyuşturucu madde trafiği oluşturuyor.
Bu kesimlerin sermaye güçleri bir anlamda serseri para olarak piyasada etkinlik kurdu.
Politik lümpenleşme
Toplumda zaman zaman nerede o eski politikacılar serzenişi duyulur. Churchill, de Gaulle, Brandt, Kohle, Nehru, Gandhi, Butto, hatta Türkiye için İnönü, Demirel, Ecevit…
80’lerden bu yana dünyadaki politik şahsiyetlerin ve politika yapmanın dili genellikle kasaba kültürü düzeyine düştü. Dünyadaki politik sınıf entelektüel zekadan yoksun, espriden ve mizahtan anlamayan, görgüsüz, diplomatik zarafetten ve kıvraklıktan uzak, politika bezirganlarından oluşmakta.
Bu örneklemeyi yaparken dünküler iyiydi, bugünküler kötü ikilemiyle değil, dünkülerin politik dil ve tavırlarına karşın bugünkülerin büyük seviye kaybı yaşadıklarını ifade ediyorum. Bu kaybın adı da lümpenliktir!
Sermaye sınıfının giderek lümpenleşmesi, politik lümpenleşmeyi; politik lümpenleşme de sermaye sınıfının lümpenleşmesini tetikliyor. Çünkü işleyiş, kamu kaynakları ve kamu yararı talanı esası üzerinedir. Burjuva hukuku olan ülkelerde (Batı’da) bu değerler bile eğilip bükülmeye başladı. Batı dışındaki ülkelerde bunun lafı bile olmaz, çünkü hukuk yalnızca lafta vardır!
Özellikle bizim gibi ülkelerde iktidarların yönetim işleyişinin keyfiliğe, zorbalığa, tutarsızlığa ve arsızca lümpen sermaye temsilciliğine ve komisyonculuğa dayandığını görüyoruz.
Lümpen sermaye ve politikacı estetik değerlere sahip değildir. İnceltilmiş zevklerden yoksun olan bu kesim, sermaye ve iktidar gücüne dayanarak topluma mimariden müziğe, medya dilinden edebiyata, siyasi söylemlerden akademi dünyasına varıncaya kadar kabalığı, zevksizliği, cahilliği, hoyratlığı dayatır.
Bu bir çürümedir!
Bu genel çerçeve içerisinde Türkiye’deki çürüme ayrı bir yazı konusudur.