Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin Afganistan’dan çekilmeye başlamasıyla hem Afganistan hem de Taliban açısından yeni bir dönem daha açılmış oldu. Son 200 yılda dönemin en güçlü 3 imparatorluğun (İngiliz, Sovyet, Amerikan) başarısız olduğu Afgan topraklarında ABD, kontrollü bir geri çekiliş stratejisi geliştirerek iktidarı Taliban’a bıraktı.
Her ne kadar Kabil’in bu kadar erken düşmesi beklemiyor olsa da; Taliban ve ABD arasında yürüyen bir yol haritası olduğu açık. Dönem dönem Taliban veya Afgan muhalefetinin içinden beklenmeyen çıkış/olaylar gerçekleşse de; taraflarının senkronize ve birbirini destekleyen açıklamaları yürüyen bir mutabakatı da gösteriyor.
Taliban, Afganistan’ı yönettiği yıllarda (1996-2001), kadınlara yönelik acımasız kural ve cezalarla hatırlanıyor. Aslında bu uygulamalar bir kırsal-peştun milliyetçi hareketi olan Taliban’ın Kabil ve diğer şehir merkezlerinde yaşayan kadınlar üzerinden etnik bir hesaplaşması olarak da görülebilir. Elbette temelini İslam fıkhından alan örtünme, faiz, karma eğitim ve kadınların iş hayatına katılımı konusunda Taliban’ın görüşleri Kabil şehrinde yaşayan kadınlar tarafından tepkiyle karşılandı. Ancak bu uygulamalar kırsal Afgan kadının itiraz ettiği şeyler değil. Özellikle bireysel ve toplumsal güvenlik/düzen nedeniyle Taliban’ın emir ve yasaklarının Afgan kırsalında kabul gördüğünü vurgulamamız gerekir.
Özellikle 1996-2001 yılları arasında yaşanan kadınların taşlanarak öldürüldüğü ve burka giymeye zorlandığı dönemden sonra Taliban, 2001 ABD güçlerince iktidardan uzaklaştırıldı. Yani Afganistan işgal edildi. 2001’den günümüze kadar Afgan kadınların özgürlük alanı genişledi. Afgan bazı kadınlar bakan, belediye başkanı, devlet memuru, hakim ve polis olarak çalışmaya başlamıştı.
Bugün Taliban’ın Afganistan’da iktidarı ele alması; siyasi, ekonomik, bayındırlık-iskan, dış politika, kültür ve askeri meselelerden daha çok kadın konusu üzerinden tartışılıyor. Kadın meselesi ABD ve Batılı ülkelerin Taliban’a karşı uyguladıkları şiddet ve müdahaleyi meşrulaştırma aracını dönüştü.
Elbette ABD ve Batılı ülkeler, Afgan kadınlarını kendi politik ve jeo-stratejik amaçları için ‘araçsallaştırırken’ politik uygulamalar da bunu teyit ediyor.
Ancak Afgan kadınların önünde artık belirsiz bir gelecek var.
Zira Taliban, Batılı güçlerle artık inatlaşarak değil; daha çok pragmatik bir ilişki tesis ediyor. Nitekim ABD ile Doha’da yapılan barış görüşmeleri de bu çerçevede gerçekleşti.
Taliban, Kabil’i ele geçirdikten sonra ilk iş olarak “Kadınların tek başına sokağa çıkabilmelerinin serbest olduğunu’’ açıkladı. Ardından ‘Genel af‘ ilanında bulundu. Bazı Vali, Belediye Başkanı ve Kaymakamların görevlerine devam etmelerini istedi. Özellikle Kabil belediye başkanın görevine devamı için Taliban’ın istekte bulunması simgesel bir anlam kazandırdı.
Taliban’nın ‘yeni bir dönem’ olarak ‘işaret ettiği şey’ sadece bunlarla kalmadı. Kadın ve erkeğin bir arada kalmasını ret eden Taliban, ilk Canlı Televizyon röportajını Taliban temsilcisi ile bir başörtülü kadın bir arada yaptı. Taliban, Afgan medyasıyla buluşmasında ilk soru sorma ve söz haklarını kadınlara verdirdi. Kadınların Burka giyme zorunluluğunu serbest bıraktı.
Taliban’ın ABD’nin 20’deen fazla uçağını, 50’ye civarında helikopterini binlerce aracını ve silahını da envanterine katarak askeri gücüne güç kattı. Çin’in desteğini alarak Türkistan’da yaşayan Uygur Türkleri meselesine karışmayacağını kabul etti. Ancak süre vermedi. Çin’den ekonomik ve kalkınma sözü aldı. Ancak ABD ile yakın görüşmeye devam etti/ediyor.
Dolayısıyla Taliban herkesle görüşüyor, kimseyle inatlaşmak istemiyor. Bir yandan söz dinliyor. Diğer yandan da bildiğini okuyor. Burada sorulması gereken önemli soru, Taliban’ın bu pragmatik stratejisi amaca ulaşmak için bir araç mı? Yoksa ABD ile anlaşmanın bir şartı olarak hayata geçirdiği yeni dönemin adımları mı? Sorusunun cevaplarını bizler gibi tüm dünya kamuoyunu bekleyecek.
Elbette bekleyip göreceğiz… Ancak bu kadar belirsizlik ve gizem kendi için bir güvensizlik oluşturmak için yeterli diye düşünüyorum..