Ülkemizin gündemi başta ekonomik kriz olmak üzere diğer birçok politik, hukuki ve sosyal sorunlardan oluşmakta. İktidarın yarattığı bu sorunların iktidar tarafından çözümünün mümkün olmadığının iki nedeni var; birisi bizatihi Erdoğan iktidarı (Cumhur İttifakı) sorunun kendisidir. Bir diğer neden ise, hadsiz hudutsuz egemenliğin imkanlarını elinde bulunduran iktidarın çözüm gücü olsa, zaten çözerdi!
Seçimlerin yaklaştığı şu günlerde, ülkenin değişen gündemlerinin altında yatan ve seçimlere kadar değişmeyecek asıl gündem, Cumhurbaşkanlığı seçimidir. Elbette bu bağlamda TBMM seçimi de büyük önemdedir.
Ülkenin mevcut durumu topluma, cumhurbaşkanlığı seçiminin bir yol ayrımı olduğunu dayatıyor. Anayasa değişikliği yoluyla cumhurbaşkanlığı adı altında tek kişi yönetimini ikame eden AKP, cumhurbaşkanlığına odaklanmış bir iktidar sistemini kurdu. Bu durumda iktidar iktidarlığını koruyabilmek, muhalefet de iktidar olabilmek için cumhurbaşkanlığını kazanmak zorunda. Millet İttifakı parlamenter sisteme dönüş vb. programlarını uygulayabilmek için, önce cumhurbaşkanlığını kazanmak zorunda.
Bunu derken cumhurbaşkanlığını kazanmanın tek yolunun toplumun geniş kesimlerinden oy alabilecek aday profiliyle sınırlı olmadığı, aynı zamanda bu aday profilini güçlü kılacak bir başka hususun da muhalefetin seçmene temel konularda inandırıcı bir seçim programı sunmasının da gerekli olduğudur. Aday ile seçim programının isabetli buluşturulması, özellikle kararsız seçmen kitlesini muhalefete oy verme kararlılığına sevk edecektir.
Cumhurbaşkanlığını kazanmanın kilit bir rol oynadığı seçimlerde kimlerin cumhurbaşkanı adayı olacağı, toplumun gündemine çoktan oturdu. Her ne kadar kimi siyasilerin konuşmalarında ve medyada bu konu zaman zaman yer alsa da toplumda bu konu içten içe yaygın olarak konuşulmakta.
Şimdilik cumhurbaşkanı adaylığı için, Cumhur İttifakının adayı olarak Tayyip Erdoğan (Ki, muhalefet bu hususun anayasal bir sorun olup olmadığı üzerinde önemle durmalı), Millet İttifakının adayı olarak Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın, HDP ve sol ittifakının adayı olarak ise Selahattin Demirtaş’ın isimleri telaffuz edilmekte. Yeni isimler de çıkabilir.
Doğal olarak bu isimler üzerinde yorumlar yapılmakta, lehte veya aleyhte görüşler ileri sürülmekte. Adı geçenler üzerinde şu veya bu şekilde ileri sürülen görüşlerin her birinin kendi içinde doğrusuyla eğrisiyle bir önem taşıdığını düşünüyorum. Çünkü ortada bir insanı ve üstelik politik bir insanı konuşuyoruz. Dolayısıyla her birinin değerlendirilmesinde düz bir hat izlemek mümkün değildir.
Peki, o halde değerlendirmede belirleyici olarak hangi kriter kullanılmalı?
Aslında bu sorunun cevabı yukarıdaki paragrafta yer almakta. İktidar olmanın cumhurbaşkanı olmaya odaklandığı (hatta indirgendiği) bu demokrasi düşmanı sistemde önceliğin cumhurbaşkanlığını kazanmak olduğu çok açık. Her kim ki bu gerçekliği görmezden gelirse, baştan kaybetmiş demektir. Bunun için de öncelikle aday profili çok önemli.
Ahmet Şık’ın Kılıçdaroğlu şıkkı
İşte Ahmet Şık, bu gerçekliği vurgulamak için bir açıklama yaptı. Şık, Medyascope’ta katıldığı programda “Kemal beyin Alevi olmasının Türkiye toplumu ve siyaseti için, bizler için değil elbette, bir mesele olduğunu kavrayarak hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani Hiç kimse ‘iktidar oradan söz kurmaz’ diye düşünmesin. Bu öyle kötü bir iktidar ki, bize her gün Madımak’ı yaşatabilecek bir iktidar” dedi.
Bunun üzerine sosyal medyada Şık’a yönelik ağır sözler, yorumlar yer aldı. Bu açıklamasını ben de beğenmedim. Ancak Şık’ın bunca mücadelesini ve görüşlerini bir kalemde silmeye kalkmak, büyük bir haksızlıktır.
Her birimiz zaman zaman yetersiz, yanlış anlamaya müsait hatta yanlış açıklamalar yapar, yazılar yazabiliriz. İnsanı bir davranışından, bir yazısından dolayı yargılamak son derece sakat bir anlayıştır. İnsan bir süreçtir ve sürecine bakarak o kişi üzerinde görüşler, kanaatler oluşturulabilir.
Özellikle solun bir kalemde insan harcama kolaycılığının siyasal, kültürel ve psişik yanları başlı başına inceleme konusu. Ve bu olumsuzluk öteden beri böyle.
Ahmet Şık gibi daha birçok kişi de bu türden salvoların (Eleştiri demiyorum) hedefi oldu.
Şık, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olması halinde toplumdaki Alevilik gerçekliği üzerinden bir politik çıkarım yaptı. Kılıçdaroğlu’nun Alevi olmasından dolayı Aleviliğin bu toplumda bir fay hattı olduğunu, Erdoğan’ın bunu tepe tepe kullanacağını ve Kılıçdaroğlu’nun bunu hesap ederek cumhurbaşkanlığı seçimini riske etmemesi gerektiğini ima etti.
Aslında Ahmet Şık, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığının bu kimlik üzerinden toplumda konuşulduğu gerçeğini ve kendisinin bundan duyduğu kaygıyı yanlış anlamaya müsait cümlelerle de olsa, ifade etti.
Sonra da açıklamasının sorunlu olduğunun farkına vararak “Meramımı anlatamamışım. Anlatamadığım için Alevilerin haklı nedenlerle travmalarını tetiklemeye yol açtığım için özür dilerim. Ülkenin kuruluşundan itibaren ikincil yurttaş muamelesi görmüş, birçok katliama maruz kalmış bir kitleyi de ilgilendiren başka bir konuda görüşlerimi dile getirirken daha dikkatli olmalıydım” dedi.
Eğer Kılıçdaroğlu ittifakın (İttifak ya da güç birliği sözünün altını çiziyorum) cumhurbaşkanı adayı olursa, Alevi kimliği üzerinden yapılacak her türlü ayrıştırmanın toplumda büyük ölçüde karşılıksız kalacağı kanısındayım. Erdoğan bunu istediği kadar diline dolasın, Alevi kimliği daha çok Cumhur İttifakının kemikleşmiş seçmen kesimi için bir ‘sorun’ gibi görülmektedir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, cumhurbaşkanı adayının etnik veya inanç kimlikleri üzerinden değil, politik kimliği üzerinden konuşulmasıdır. Elbette iktidarın toplumda fay hattı oluşturan kimlikler üzerinden yapılacak her türlü saldırısına insan hakları hukuku perspektifinden hareketle karşılık da verilmedir.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin bir başka boyutu HDP
İktidar ve muhalefet tarafları cumhurbaşkanlığı seçiminin salt bu iki taraf arasında geçeceği görünümlü tartışmaları yapıyorlarsa da bu seçimde HDP’nin kilit bir rolünün olduğunu biliyorlar, ama dile getirmekten kaçınıyorlar.
İktidar tarafından HDP’ye yapılan onca baskıya, tutuklamaya, sindirmeye, eritmeye yönelik uygulamalara rağmen HDP dimdik ayakta. Anketler de gösteriyor ki HDP seçmeni aynı oranda bütünlüğünü koruyor. Demek ki, iktidarın düşmanlaştırma politikaları dağdan bir kayayı dahi koparamamış!
Muhalefetin cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması şartı, yukarıda da belirtildiği gibi toplumun geniş kesimlerinden oy almasına bağlıdır. Kürtler bu geniş kesimin önemli bir parçasıdır. Muhalefetin seçmene sunacağı uygun aday profili ve demokratik bir seçim manifestosu üzerinden dolaylı da olsa HDP ile yapılacak bir güç birliği kendini dayatmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimi üzerine daha çok açıklamalar yapılacak, yazılar yazılacak vs. Köprünün altıdan daha çok sular akacak. Ne kadar ne değişirse değişsin, bu iktidar gitmeden gün yüzü göremeyeceğimiz gerçeği olduğu gibi durmaktadır.