Bundan 6-7 yıl önce yine bir “yeni anayasa” tartışması gündemdeyken, Sevan Nişanyan, Ali Nesin, Edip Yüksel gibi isimlerle Facebook ve mail üzerinden yaptığımız yorumlaşma ve tartışmaları bir metinde toplamış, kitaplaştırmaya niyet etmiştim. “Ütopya” kelimesinin Türkçe karşılığı olarak uydurduğum “Yokistan” başlığını taşıyan kitap -neyse ki- hiç yayımlanmadı. Aradan geçen süre zarfında, bu adamlar yarın devrilir de birileri gelir “ne yapalım şimdi?” diye sorar diye ana metni ve savunma tezlerini zaman zaman güncelledim. Birkaç hafta boyunca bölüm bölüm bu sayfada yayınlayacağım. İtiraz ve düşüncelerinizi [email protected] adresine iletebilirsiniz.
Bir “Yeni Türkiye”dir gidiyor. Eskiden “2. Cumhuriyet” falan denilince kıyamet kopardı. Duyanlar bunu çılgınca bir cüret olarak görür, söyleyenin meczup değilse terörist -genelde de ikisi birden- olduğu konusundan kimse şüphe etmezdi.
“Yeni Türkiye” bunun makyajlanmış ismi. Temeli elbette yeni bir anayasa. Ama şu kesin : Sadece anayasa değiştirmekle “yeni” olunmaz. Zihniyeti değiştirmek ve gerçekten yenilenmeyi istemek şart. Bunun için de yüz yıllık çürümüş, kokuşmuş kurumları süpürüp temizlemek, hatta bir kısmını tarihe gömmek lazım.
Bunu söyleyince akla ilk ne gelir? Ordu. Evet son 20 yılda yeniçeri ordu içinden temizlendi, darbe tehlikesi ortadan kalktı. En azından artık bir sabah tank sesleriyle uyanmayacağımızı biliyorum. Bu bile bir devrim. Ancak bunlar geçmişe yönelik çözümler. Oysa amaç ıslahatsa, yani geleceğe yönelikse, en cüretkar adım atılmalı :Türkiye Cumhuriyeti Ordusu derhal terhis edilmeli.
Günümüzde ister büyük olsun, ister küçük, ordu kurumunun hiçbir caydırıcılığı yok. Artık en caydırıcı silah para, ekonomi…
Günümüz dünyasında dosta güven, düşmana korku salmak istiyorsan, bir milyon kişilik bir orduya sahip olmaktansa, bir milyon kişiye doğrudan etki edecek bir ekonomiyi yöneteceksin. Yönetemiyorsan bile, o ekonominin çarklarına bir şekilde etki edeceksin ki, sen olmazsan çark dursun.
San Marino’yu, Vatikan’ı, Monaco’yu, Lüksemburg’u neden kimse işgal etmiyor?
Bugün T.C. ordusunu terhis etmek demek, 400 bine yakın er, erbaş ve yedek subayın harcamalarından elde edilecek tasarruf demektir. Ama bu bir yana; onları günlük ekonomik hayata kazandırarak artı değer yaratmak demektir.
Bugün ordunun Türkiye ekonomisine etkisi, doğrudan harcama olarak yıllık 50 milyar dolardır. Ancak bunun, iş gücü kaybı gibi dolaylı etkilerini de düşünürsek ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz.
Yıllık en az 50 milyar dolardan bahsediyoruz. Elde edilecek tasarrufla krizdeki Avrupa’dan iki-üç banka, dört-beş şirketin çoğunluk hissesini satın alsan, değil ülkeni işgal etmek, sana bir zarar gelmesin, batmayasın diye başında nöbet tutarlar, merak etme…
100 yıldır memleketin ordusu var da ne oldu, sömürge miyiz, değil miyiz?
Öncelikle zorunlu askerlik uygulaması kaldırılarak, er, erbaş ve yedek subaylar terhis edilmeli. Eldeki mevcut sözleşmeli uzman erbaş ve astsubaylardan kurulacak birlikler sınır güvenliği için görevlendirilir. Ordu yok diye elini kolunu sallayan ülkeye giremesin tamam. Jandarma ise tamamen revize edilerek ordudan kopartılır ve bir tür polis gücü olarak İçişleri Bakanlığı’na bağlanır. Ancak silahlı kuvvetler, hiçbir şekilde ve durumda iç güvenliğe müdahale edemez.
“Ordu terhis edilsin.” önerisine gelen itirazlar :
“Amerika işgal eder.”
Etmez. Amerika’nın Ortadoğu ve Türkiye politikası Osmanlı’nın son döneminden bu yana aynıdır. Başta Rusya olmak üzere diğer ülkelerin bölgedeki tehdidine karşı güçlü (ve sanırım tek parça) bir Türkiye işlerine gelir. Ekonomik kıskaç altına alarak örtülü sömürge haline getirmek ve her istediklerini yaptırmak varken, işgal edip de başlarına dert almakla uğraşmazlar. Şu unutulmamalı; fiziki işgal her zaman en zor, en kanlı ve en pahalı yoldur. Aranda dostluk, yakınlık bağı olmayan bir memleketi işgal edeceksin. Dinin farklı, tarihin farklı, kültürün farklı, dilin farklı, medeniyet seviyen farklı… Sen demokrasiyle 250 sene önce tanışmışsın, karşındaki su katılmamış Ortadoğulu… Senin gibi olamasa da, seni en azından “anlayabilen” bireyler yetiştirmek için en az iki kuşak beklemen, bu sürede de medyasıyla, eğitim sistemiyle katı bir asimilasyon politikası izlemen, çuvalla para harcaman gerek. Cennete gitmek için beline bomba bağlayıp ortana dalacak manyaklarla baş etmen gerek. Bir gram şeker için bir kilo keçiboynuzu gevelemeye gerek var mı? Attığın taş ürküttüğün kurbağaya değecek mi?
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda bile “Gelin bizi işgal edin, mandanıza alın.” diye açıkça yalvarmamıza rağmen kabul etmediler. Zamanında ellerinde bu fırsat varken, fırsatı da bırakın, bunu yapmak analarının ak sütü gibi haklarıyken bile uzak durdular. Bakmayın siz tarih kitaplarının, “hain düşmanın ülkemizde gözü vardı” masallarına… Anadolu ve İstanbul’da yaşanan geçici işgal, savaşta kaybetmenin doğal sonucudur. Adamlara dayılanıp savaş ilan etmişsin, bir temiz sopa yiyip aşağı oturmuşsun. Galip devletlerin, savaş bitiminde mağlup devletlerin başkentine ve önemli stratejik bölgelerine asker çıkarmaları, ordularını terhis ettirip, silahlarına el koymaları, bir çeşit gözdağı vermeleri ve üstünlüklerini ilan etmeleri milletler hukukunun rutinidir. İnsanlık tarihi kadar eskidir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanlar da ayni bizim gibi geçici işgale uğradı. Ortalık biraz sakinleşince durum normale döndü. Kaldı ki savaş bitiminde, Avrupa ve Anadolu’daki askerlerin memleketlerine dönmesi için İngiliz Hükümeti üzerinde de inanılmaz bir kamuoyu baskısı vardı. Yani askerlerini daha fazla ülke dışında tutmaya gönülleri yoktu. Biraz da bundan olsa gerek, aceleyle Sevres’i dayadılar. Osmanlı içinde dengeler değişip de darbeci bir paşa kendini “vatan kurtarmaya” adayarak anlaşmayı bozunca da gözdağı için Yunan’ı maşa olarak kullandılar. Üstelik İngilizlerin, Fransız ve İtalyanların Anadolu ve Kilikya’daki yürüyüşüne engel olduklarını da göz ardı etmemek gerek.
“Rusya işgal eder.”
Etmez. Günümüz dünyasında artık bir başına, yalnız kalmış Rusya, kağıttan kaplandır. Uluslararası camiada sözü geçmez, caydırıcılığı yoktur. Amerika ve Avrupa’yı karşısına almaya, Ortadoğu’daki dengeleri değiştirmeye cesaret edemez. Çok değil beş sene öncesine kadar sallama bilimiyle uğraşan fütüristlerin bu konudaki senaryosu Hindistan – Çin – Rusya süper birliğiydi. Komünizmin hayaletinin bile ortalıklarda dolaşmadığını fark etmeleri biraz zaman aldı.
“Yunanistan işgal eder.”
Sadece bizim İstanbul’un nüfusu Yunanistan’dan fazla. Nasıl işgal edecek? Hangi güçle, daha da önemlisi hangi parayla? Ordudan elde edeceğin tasarrufla şu an krizde olan Yunanistan’ı tarihiyle birlikte satın alırsın.
“Hepsi toplanıp işgal eder.”
Dünya devletlerinin böyle bir ortak amaçta anlaşıp, ortak hareket edebilmeleri mümkün olsaydı 1. Dünya Savaşı sonrası yaparlardı. Fransızlar ve İtalyanların kağıt üstündeki planları bile İngilizlere takıldı. Yani savaşı kazanmışken ve “ganimeti bölüşmek” haklarıyken bile uzlaşamadılar. Bu mesele çok gizemlerle doludur, Fransızlar Kilikya’da neden ilerleyemedi, neden askerin ilerlemesi “şak” diye bir hatta durdu kaldı? İngilizler onlara neden kazık attı?