Köşe Yazarı

Biz devletimizi uyanık bilirdik !

Abone Ol

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yazımıza Kanuni döneminde yaşandığı söylenen bir olayı iktibas ederek başlayalım; halka açık bir görüşmede yaşlı bir kadın, Sultan’a yaklaşarak, atalarından kalan, manevi değeri çok yüksek antika saatinin gece evine giren hırsız tarafından bizzat yatak odasından çalındığını söyler. Sultan, gece yarısı hırsızın evin en mahrem yerine, yatak odasına girerek saati çalmasını yadırgar ve “ne derin bir uykunuz varmış ki, hırsızın eve girdiğini, yatak odanıza sızdığını ve saatinizi çaldığını fark edememişsiniz! Böyle derin uyunur mu?” Yaşlı kadının yanıtı çok çarpıcıdır; “Biz devletimizi uyanık sandığımız için uyuyorduk Sultanım” demiştir.

Geçmişten günümüze devletler genel olarak üç yapı – kurum etrafında teşekkül etmiştir. Bunlar tapınak, konak ve ticaret olarak ortaya çıkmıştır. Tapınak dini otorite, konak siyasi –askeri otorite, ticaret ise bugünkü tabirle pazar, piyasa. Bütün kadim medeniyetlerde ilk kurum tapınaktır. İnsanlar her dönem ve şart altında inanma ihtiyacı hissetmiş ve bu ihtiyacına binaen tapınak kurumu teşekkül etmiştir. İlk zamanlarda tapınak ve onun temsilcisi olan din adamları siyaseti de ticareti de ellerinde tutmuşlardır. İnsanoğlunun yerleşik hayata geçmesiyle beraber özellikle de tarımsal faaliyet alanlarının da gelişmesiyle elde edilen fazla ürün ne olacak sorusu gündeme gelmiştir. İşte az önce bahsettiğimiz tapınak kurumu ve temsilcisi olan din adamları, bu artı ürünün paylaşımında başat rol oynuyor paylaşıma karar veriyordu. Zamanla değişik nedenlerle konak yani siyasi irade ortaya çıkmış ve bu iki kurum arasında artı ürünün denetimi ve dağıtımı konusunda anlaşmazlık çıkınca ticaret kurumunu oluşturarak bu anlaşmazlığı çözmüşlerdir. İşte devletleri farklı kılan davranış kodlarını işleyen temel genetik kod burada hangi kuruma ağırlık verdikleri sorusunun cevabıdır.

Örneğin İbraniler tarih boyunca tapınak merkezli örgütlenen bir topluluk olmuşlardır. Bu nedenle İbraniler din adamı ağırlıklı hanedansız, devletsiz bir tarihe sahiptirler. Günümüzde hala Kudüs’te Süleyman mabedini yeniden inşa çalışmaları bunu hatırlatıyor. Türkler ise büyük oranda konak kurumuna ağırlık vermişlerdir. Türkler tarih sahnesinde hep bir devletle var olagelen asker topluluk olma özelliğini göstermiştir. Fenikeliler ve soğdlar gibi ticaret kurumuna ağırlık veren topluluklar ise zamanla eriyip gitmişlerdir. Bu anlamda tapınak ağırlıklı toplumlar din adamı eksenli, konak ağırlıklı toplumlar asker- ordu eksenli, ticaret ağırlıklı topluluklar ise aile eksenli yapılar kurdukları göze çarpmaktadır. Bu durum günümüzde de , detaylarda farklılıklar olmasına rağmen; devam etmektedir.

Yukarıdaki tarihi öncülleri de göz önüne aldığımızda Türklerin tarihte hep bir devlet çatısı altında kendilerini ifade ettikleri görülmektedir. Hatta Ehli Kelamdan bir üstadımızın söylediği gibi; “Türkler için devlet boy abdesti gibidir. Nasıl ki bir Müslüman boy abdesti olmadan gezemezse aynı şekilde, Türkler de tarihte devletsiz gezemezler.” Dolaysıyla günlük siyasetin dilinden bakılıp, düşünülüp ve konuşulacak olursa yukarıda ana hatlarıyla vermeye çalıştığımız Külli siyasetin ilkelerini göz önüne alamayacak ve de milletlerin adeta genetik kodlarını işlenmiş olan kriz dönemlerinde nasıl davranır sorusuna çok esaslı cevaplar verilemeyecektir. Son sözü Üstad Gazali hazretlerine bırakalım; “Günlük siyasetle mutlaka ilgilenilmeli fakat kararları verirken, Külli siyasetin ilkelerine göre vermek ve düşünmek gerekir.”

Dolasıyla bugün içinde bulunduğumuz şartlarda, hem küresel durumu hem bölgesel durumu hem de ulusal durumu sadece yalnızca günlük siyasetin dili ile değil bunun ardında bu işin teorisine de vakıf liderler gereklidir. Devir artık karizmatik liderlerin değil bir nevi Aliya İzzetbegoviç örneğinde olduğu gibi “Stratejik Özne” olabilecek liderlere ihtiyaç vardır.