Köşe Yazarı

Masumiyet karinesi

Abone Ol

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hukuki bir terim olan “masumiyet karinesi”, yasalar karşısında sanık durumundaki bireyler için kullanılır. Bireyler yasalar karşısında masum olabilir ama sadece yasal kurallar toplumlara huzur getirmez. Ahlaki kurallar, çevresel kurallar, dini kurallar gibi daha bir çok konu bağlamında, çocuklar hariç hiç kimse masum değildir. Bireyler büyüdükçe, zihinleri geliştikçe ne yazık ki sadece pozitif yönde değil aynı zamanda negatif yönde de eğilimler gösterirler ve çocuksu masumiyetlerini giderek kaybederler. Dostlar ve arkadaşlar edindikleri gibi düşmanlar ve karşıtlar da edinirler. Düşmanlarına karşı dostlarını yanlarına çekmek için çaba sarf ederler. Toplumları ve devletleri meydana getirenler de insan oldukları için, tıpkı insanlar gibi devletlerin de korkuları, refleksleri, eğilimleri, emelleri, planları ve bu doğrultuda hayata geçirdikleri eylemleri söz konusudur. O halde devletlerin de genel manada masum olmaları pek mümkün görünmüyor.

Ne ABD işgal ettiği ülkelere demokrasi götürme derdinde, ne de Rusya nüfuz alanındaki ülkeleri ABD emperyalizmine karşı koruma ve kollama derdinde. Herkes kendi güvenliğini sağlamanın, kendi çıkarları ve nüfuz alanlarını genişletmenin, diğerinkini daraltmanın ve onu köşeye sıkıştırmanın peşinde. İnsan hakları ve evrensel değerlerin abidesi olarak lanse edilen Avrupa ülkeleri de her ne kadar kendi iç demokrasileri bağlamında iyi bir konumda iseler de, kendi dışındaki ülkeleri ve halkları hiç de umursamadıklarını defalarca gördük. Daha dün Polonya sınırına dayanan büyük çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere binlerce Kürt mültecinin soğuktan ve açlıktan ölmelerine göz yumduklarını, hatta bunları haber konusu dahi yapmadıklarını gördük. Aynı Avrupa’nın Ukrayna’dan 5 milyon hatta 10 milyon mülteciye kapılarını sonuna kadar açmaya hazır olduklarını bilfiil deklere ettiklerini de gördük. Bu iki yüzlülük ve siyasi ahlaksızlık değilse, nedir?

Küresel güç diye tabir ettiğimiz güçlü devletler, kendilerinden zayıf konumdaki devletleri, diğerine karşı kullanmak üzere kendi saflarına çekerler. Bugün ABD’nin başta Avrupa devletleri olmak üzere dünyanın birçok ülkesini kendi yanında Rusya’ya karşı hizaya soktuğu gibi, Rusya’nın da, belki görece daha az ve daha zayıf bir çok ülkeyi kendi yanında hizaya soktuğu inkar edilemez bir gerçek. Konuyla ilgili önceki iki makalemden yola çıkarak beni “Rusçu” veya “Rus yanlısı” olarak tenkit edenlere az da olsa rastladım. Oysa ben bugün yaşanan krizin asıl sorumlusunun, her ne kadar Rusya imiş gibi görünüyorsa da, aslında ABD olduğuna dair güçlü emarelere dikkat çekmiştim. Bu kadar güçlü emareye rağmen “isteyen istediğine inanabilir” diye de eklemiştim. Hala güçlü bir şekilde yaptığım analizin arkasındayım. Ancak bugün başka bir olasılığa dikkat çekmek istiyorum.

Ukrayna krizinin başladığı günden bugüne dek, ABD’nin şemsiyesi altında hizalanmış olan Avrupa ülkelerinin krize dair kullandıkları hoyratça ve histerik üslubun aksine, ABD tarafının kullandığı ince üslup, özellikle Putin’den söz ederken sürekli ve dikkatlice “Başkan Putin” tabirini kullanmaları bana her iki tarafın da şeytani bir arka kapı diplomasisi ile bir pazarlık halinde oldukları izlenimi veriyor. Amiyane bir tarzda söylemek gerekirse, “Bak Suriye’de önüme taş koydun, ben de senin başına neler getirdim! Şimdi sen Suriye’yi bana bırak, ben de Ukrayna’yı sana bırakayım, herkes kazansın” şeklinde bir pazarlık içinde oldukları ihtimali, pek de uzak bir ihtimal gibi durmuyor. Sahnede iken “iki düşman” profili sergileyen bu küresel aktörlerin siciline baktığımızda birçok yerde arka kapı diplomasisiyle bir takım pazarlıklar yaparak anlaşabildiklerini veya en azından krizleri belli ölçülerde tolere ederek, birbirlerine paslaşmalarda bulunabildiklerini defalarca gördük. Bu tür bir paslaşmayı en son Suriye’de belli bölgeleri aralarında paylaşıp, her iki tarafın ayrı ayrı kendi “uçuşa yasak bölgesini” ve kendi “nüfuz alanını” ilan ettiklerini gördük.

Söz konusu olan küresel güçler olunca analizleri kanıtlara dayandırmak pek mümkün olmuyor. Sadece eldeki verileri ve görünürdeki emareleri değerlendirerek bir takım çıkarımlarda bulunmaktan ve analiz yapmaktan başka çaremiz yok maalesef.