Köşe Yazarı

Kendimize Koyduğumuz Sınırlar

Abone Ol

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Tüm spor adamları, antrenörler ve fizyolojistler 1 mil’in 4 dakikanın altında koşulmasının olanaksız olduğu konusunda görüş birliği içindeydiler. Zaten yıllardır yapılan yarışlarda hiçbir atlet bunu başaramamış, daha doğrusu başaracağını aklından bile geçirmemişti. Ta ki 6 Mayıs 1954’te, Oxford’da yapılan ikili koşularda genç bir sporcu bu inancı altüst edip atletizm tarihine damga vurana kadar:

Roger Bannister…

O, imkansız olduğu düşünülen bir şey yaptı. O gün orada bulunanların gözlerine inanamadığı, spor dünyasının bir anda ayağa kalktığı bir rekor kırdı: 1 mili 3:59.04 ile tamamladı.

Bu inanılması güç rekorun yankısı hızla tüm dünyayı sardı. Herkes bu başarıyı konuşmaya başladı.

Aynı zamanda bir tıp fakültesi öğrencisi olan Roger Bannister, kendisini ölümsüz bir atlet yapan bu başarısından sonra sayısız madalya kazandı. Yıllar sonra başarılı bir nörolog oldu. “The First Four Minutes” adlı bir kitap yazdı. Ve 1975’te “Sir” unvanıyla ödüllendirdi.

Herkesin “Yapılamaz!” dediğini başaran bu genç atletin başarısından elbette birçok mesaj çıkarabiliriz:
“İmkansız diye bir şey yoktur… İnandıktan sonra her şey başarılabilir… Kimse senin sınırlarını çizemez… Asla pes etmemelisin…”



Ancak asıl şaşırtıcı ve ders çıkarılması gereken olaylar, bu rekorun kırılmasından sonra yaşandı.

Yıllardır kimsenin 4 dakikanın altında koşmayı başaramadığı bu mesafede, Roger Bannister’ın bunu gerçekleştirmesinin ardından bir yıl içinde 37, sonraki yıllarda da 300’den fazla kez bu süre aşıldı.

Yanlış okumadınız. Roger Bannister, imkansız sanılan bir tabuyu yıkana kadar kimse bunu başarmayı aklından bile geçirmemişken, onun bu rekorundan sonra “demek ki yapılabiliyormuş” diyen sporcular yüzlerce kez 4 dakikayı geçtiler.

Bu da bize gösteriyor ki bize asıl sınırı koyan şey zihnimiz ve inançlarımız. “Asla yapılmaz” tabusunun tel örgülerle çevrili çaresizliği ile “demek ki yapılabilir” inancının itici gücü arasındaki fark, bizim ufkumuzu belirliyor.

Aerodinamik yasalara göre tombul arıların o hafif kanatlarla uçamaması gerekiyordu. Ama arılar bundan habersiz oldukları için uçabiliyor.

Bazen kulaklarımızı “Yapamazsın! Bu asla yapılamaz!” diyen insanlara kapatmamız, kalıplaşmış inançlarımızı sorgulamamız ve kendimize inanarak tüm gücümüzle denememiz gerekiyor.

Her insan yapmak istediği şeyler için sandığından çok daha fazla kaynağa sahiptir. Bu kaynaklar zaman içinde çevrenin, şartların veya kötü deneyimlerin etkisiyle körelmiş, unutulmuş olabilir.

Ancak potansiyelimizi ortaya çıkarıp maksimize etmek sanılandan çok daha kolaydır.

İşitme yetisini kaybettiği halde harika besteler yapan Beethoven, göremezken büyük bir ozan olan Aşık Veysel, yürüyemezken dört kez başkan seçilen Roosevelt, sadece parmaklarını hareket ettiren bilim insanı Hawking…

Onların görünen durumları ile başardıkları arasındaki fark, kendilerine sınır çizmemiş olmaları ve potansiyellerinin önünde hiçbir şeyi engel kabul etmemeleridir.

Herkes kendini adadığı, yeterince zaman ve enerji ayırdığı takdirde imkansız denilen birçok şeyi başarabilir. Yeter ki kendinize Beethoven, Roger Bannister ve hatta uçan bir arı kadar inanın.

Eğer daha önce bir kişi bile bir şeyi yapmışsa bunu sizin de yapmanız mümkündür.

Eğer daha önce bunu hiç kimse yapamamışsa belki de siz henüz denemediğiniz içindir.