Çin’in tarih boyunca felsefesi dünyayı yönetmek üzerine. Elbette dünya kimseye kalmayacak ama mantıklarının nasıl farklı olduğunu incelemek ve bunun ekonomik açıdan ne anlama geldiğine bakmak ilginç olabilir.
Çin, diğer ülkeler gibi diğerlerini ordularla kontrol etmekten yana değil. Örneğin ABD veya Rusya ya da geçmişte biz Türklerin yaptığı gibi… Felsefeleri ve metotları çok daha farklı ve 21. yüzyılda onların tüm kontrol anlayışı ordulardan ziyade ekonomi ile.
Peki bu yolla Çin, ABD’yi geçip en büyük ekonomi olacak mı? Büyük ihtimalle evet ve istedikleri de zaten dünyayı silah ile değil ekonomiyle yönetmek.
Çin sadece dünyanın her tarafına şirketlerini kurmuyor, sadece teknolojik olarak ABD’den çalarak geliştirdikleriyle kendisini tepeye taşımıyor. Dünyada nerede alınabilecek bir şirket varsa onları satın da alıyor. Fabrikalar, süpermarketler, gıda üretim firmaları, limanlar vs… Her yerde! Dünyanın her tarafında!
Çünkü tüm dünya artık kapitalist. Herkes her yerde bir şey alabiliyor ve hatta mülk alana vatandaşlık bile veriliyor. Bizler de tüketiciler olarak genellikle fabrikanın sahibini bilmiyoruz. Yani Türkiye’de kurulmuş bir firma bile olsa sahibinin Türk mü, Japon mu yoksa Avrupalı mı olduğunu bilmiyoruz. Tüketici olarak da pek umurumuzda değil hani. İstediğimizi kimden uygun fiyata alıyorsak, bizim için sorun yok.
Durumu incelediğimizde şu açığa çıkıyor ki; temel ihtiyaçları ne kadar başkalarının elinde olursa, o insanlar o kadar kontrol edilebilir olurlar. Yani gıda, su, elektrik, gaz ve iletişim gibi temel ihtiyaçların başka ülkelerin ve yabancı firmaların elinde olduğunu düşünsenize… Bu durumda şunu diyebiliriz: Kimse esasen kendi ülkesinde yaşamıyor. Herkes başkasının elinde olan güçlerden, metalardan geçiniyor.
Tüm dünyanın Çin’e bağlı olması aslında Çin’i de tüm dünyaya bağlı kılıyor. Yani kılıç iki taraftan da keser. İnsanlar size ne kadar bağlı olursa siz de o kadar onlara bağlı olursunuz. Küresel bir ekonomik krizde de en büyük darbeyi doğal olarak Çin alacaktır. Zira tüm fabrikalar Çin’de ama malları alacak kimse olmazsa en büyük darbe yine Çin’e gelecektir. Sonuç itibariyle de yine dünya kimseye kalmayacak. Adam zengin olsa da olmasa da, bir kefen ya da bir tabutta yolunu bitirecek.
Dünyanın yeni ekonomik koşullarından ve gidişatından anlamamız gereken, giderek daralacak bir ekonomiye doğru geçişin, planlı ve düzenli olarak yapılmasını hükümetlerin planlamak zorunda olmasıdır. Bu planı şimdiden yapmaları akıllıca olur, umursayan bir politikacı bulursanız tabii…
Bu arada mülteciler de ülkemizin şiddet ve ekonomik çöküşüne büyük oranda etki edip toplumsal kargaşanın artışına sebep olacaktır. Elbette bunun da planı yok şu anda, zira herkes kendi koltuğunu düşünüyor.
Sonuç şu: Asya giderek ekonomiye hakim olacak. Ancak Avrupa, ABD ve dolayısıyla gerileyen diğer ekonomiler, giderek artan küresel enflasyonun altında kalan faiz krizinin tüm dünyaya yayılmasına neden olacak. Bu resesyon da Asya’nın ekmeğine yağ ve bal süremeyecek. Kapitalizmin kontrolsüz düşüşü, küresel kıtlık ve kargaşa getireceği için de Çin, hem en büyük ekonomi hem de en sorunlu ülke olacak.
Önümüzdeki yedi yıllık süreç hep birlikte sıkıntılar yaşayacağımız bir dönem olacak. İhtiyaçlarınızın ötesinde yaşamak için kendinizi zorlamayın.