Yaşar Yücel 1988 yılında Türk Tarih Kurumu’ndan çıkan “Osmanlı Devlet Teşkilatına Dair Kaynaklar” isimli kitabında şöyle bir bilgi aktarır. “Sayıları 16.yydan itibaren oldukça artan bu suhteler (farsça bir terim olarak kendini ilim aşkı ile yanmış tutuşturmuş talebe), gruplar halinde köylere yürüyerek açıkça eşkıyalığa başlamışlardı.
Ayrıca devletin ihtiyacı olandan çok fazla sayılara varan medrese öğrencileri öğrenimlerini bitirdiklerinde gidecek yer bulamıyorlardı. Bu nedenle yer yer soygunculuğa ve toplu hareketlere girişerek uzun süren suhte isyanları yarattılar. Özelikle suhte isyanları 2. Selim’i takip eden dönemde devlet içinde ciddi bir mahiyet kazanacaktır. ”
Bu alıntı geçmişe atıf yaptığı kadar günümüze de atıf yapmaktadır. Geçmişin bazı sorunlarının aradan geçen onca yıla rağmen devam ettiğini göstermektedir. Bakınız daha 16.yydan bahsediyoruz.
Eğitim meselesinin nasıl bir bozulmaya gittiğini dahası sayıları gittikçe artan ve devlet mekanizması içinde yerde bulamayan medrese öğrencilerinin nasıl bir isyana kalkıştıklarını ifade etmektedir. Zira ölçüsüzlüğün ve plansızlığın eğitim sisteminde nasıl bir gediğe yol açtığını dahası kendini ilme adamış genç medrese öğrencilerinin dahi nasıl isyan ettiklerini göstermektedir.
Bu ölçüsüzlük ve plansızlık bugün kendini daha net bir şekilde ortaya koymuştur. Zira sırf siyasi bir çıkar uğruna üniversite baraj puanlarının düşürülmesi eğitim ve gençlik adına kaygı vericidir.
Üniversite mezunu ancak işsiz milyonlardan bahsetmekteyiz artık. Üniversite öğrencisi olmak gençlerin hayatı ertelemelerine ve maalesef hayatı ıskalamalarına sebep olmaktadır. Siyasiler sırf oy uğruna bunu yapsalar bile gençlik adına bu sadece bir hayatı yakalayamama gibi bir sorun olarak kalmıyor aynı zamanda ileriki yaşlarında daha şiddetli bir şekilde yaşayacakları travma anlamına gelmektedir.
Kaldı ki eğitim sistemimiz kalitesizlik sanki kaderi imiş gibi her atılan adımla birlikte bu kadere doğru yol almaktadır. Oysa eğitim bir ülkenin en ehemmiyet verilmesi gereken alanıdır. Avrupa’nın yükselişi ile Osmanlı’nın düşüşü arasındaki bağı birazda değil çoğunlukla eğitim sistemlerini mukayese ederek bizim şimdi neden burada olduğumuzu daha iyi anlatması bakımından değerli görüyorum.
Aynı yüzyıllarda Avrupa eğitimde ciddi adımlar atarken ve takip eden yüzyıllarda yeni paradigmalar ile eğitim meselesini çözerken, biz sayıları gittikçe artan medrese öğrencileri ve daha sonraki dönemde de yenileşme batılılaşma çabaları ile birbirinden tamamen kopuk iki zihniyet inşa etmeye çalışmışız. Bir devletin böyle şizofrenik yapı ile devam etmesi zaten mümkün değildi ve olmadı da.
Bugün Nurettin Topçu’nun isimlendirmesi ile “Bizim Maarif Davamız” var mı yok mu bilemiyorum. Hatta büyük oranda yok gibi görünse de yine de umutlu olmak lazım. Dahası yukarıda zikrettiğimiz tarihi olaydan siyasiler herhangi bir ders çıkarmayabilerler zira siyasetçi kısa vadeli çıkarını düşünür.
Ancak bizler kendini sorumlu yurttaşlar olarak eğitimin ciddi bir mesele olduğunu bilerek ve bunun kısa vadeli çıkarlar uğruna heba edilemeyecek kadar önemli bir alan olduğunu bilerek hareket etmek zorundayız. Demokrasi kültürü de ancak sorumluluk hisseden yurttaş bilinci ile olur ancak ve bu da soran sorgulayan bir zihin yapısını gerektirir.
Eğer bu düşünceleri kaybeder isek motivasyonumuz da çöker işte o zaman da hareket kabiliyetimizi kaybederiz. Bunun olmaması için umut en önemli motivasyon aracımız. Bugün de geçmişte olduğu gibi artan genç işsiz oranlarına rağmen, kalitesiz, ölçüsüz ve plansız bir eğitim sistemine rağmen bu motivasyonu ve umudu korumak zorundayız.