Ne Sedat Peker’in Korkmaz Karaca’yla ilgili ifşaatları, ne Deniz Baykal’in kaset skandalı, ne de Zülfü Livaneli’nin ifşaa ettiği Beylerbeyi’ndeki gizli görüşme, bugünkü mafyatik-totaliter rejimin mutlak sebepleri değildir.
Deniz Baykal’in sorumsuz davranışları, siyasi öngörüsüzlüğü ve basiretsizliği elbette ki affedilemez devasa hatalardır. Ancak bunlar tarihin akışına yön veren birincil ve mutlak dinamikler değildir. Tayyip Erdoğan’ın dizayn ettiği ve başını çektiği AKP’nin iktidara gelmesinin asıl sebeplerinden biri, 1980 darbesiyle başlayan, mütedeyyin kesimleri dışlayan ve aşağılayan siyasi anlayışın 2000’li yılların başına kadar toplumun bu kesimlerinde biriktirdiği hırs ve öfke idi. Sebeplerden bir diğeri ise, neredeyse her iktidarın başta vaat edip iktidara geldikten sonra bir türlü çözemediği veya çözmek istemediği yüksek enflasyon, gelir dağılımındaki eşitsizlik, sürüncemede kalan AB üyeliği gibi can alıcı konularda, genç bir parti olan AKP’nin inandırıcı vaatlerde bulunmasıydı.
AKP, iktidarının ilk yallarında, daha önce kangren haline gelmiş bu önemli sorunların bir kısmını başarılı bir şekilde çözdü ve diğer bir kısmında ise hayli mesafe kat etti. Enflasyonu tek haneli rakamlara düşürdü, paradan sıfır sildi, konut sorununu minimum düzeye indirdi, kiraları düşürdü, işsizliği düşürdü, sağlık alanında büyük atılımlar yaptı, AB üyeliği sürecinde irili-ufaklı bir çok yeni düzenleme getirdi. Yaşlılara, dullara ve yardıma muhtaç toplum kesimlerine düzenli bir devlet yardımı ve sağlık hizmeti sundu. Ordu vesayetini geriletti ve ülkenin en önemli sorunu olan Kürt meselesine el attı ve bu alanda birçok ezberi bozdu. Özelleştirmeye hız verdi ve oradan elde ettiği gelirleri refahı arttırmada kullandı. İnşaat sektörüne büyük imtiyazlar sağladı ve yollara yatırım yaptı. Bunlar ülkenin çehresini değiştiren ve göz doyuran değişikliklerdi.
Aralık 2013’de 17/25 tapeleri olarak bilinen skandallar patladığında, AKP iktidarı sürpriz bir şekilde oy desteğini kaybetmedi. Çünkü toplum AKP’nin yapmış olduklarına bakarak hala yapacakları olduğuna inanıyordu.
Oysa AKP’nin artık topluma verebileceği hiçbir şeyi kalmamıştı. Ekonomik veriler hala iyi görünüyordu velakin ekonomi bir gerilemenin henüz başlangıç aşamasındaydı. Çünkü yıllarca özelleştirmeden elde edilen gelirler, gelecek vaat eden yatırımlara değil, tüketime ve refaha harcanmıştı. İlerleyen yıllarda enflasyon yeniden yükselmeye başlayacaktı fakat halk henüz bunu bilmiyordu. İnşaat sektörüne artık ihtiyaç kalmadığı için, sürekli kendini tekrar eden bir rant sektörüne dönüşmüştü.
Bugün enflasyon yeniden çift haneli rakamlara ulaşmış durumda ve sürekli yükseliyor. Hazine garantisiyle yaptırılmış olan yollar, köprüler, hava limanları hazineden sürekli para çeken birer karadeliğe dönüşmüş durumda. İktidarın en tepesinden aşağı doğru bir piramit gibi, tüm iktidar mensupları ve yandaşlar, yıllardır alışmış oldukları lüks ve şatafatlı tüketim alışkanlıklarından gram taviz vermeden lüks yaşamlarına devam ediyorlar. Diğer yandan halk hızla yoksullaşıyor. Fiyatlar hızla yükseliyor ve halkın alım gücü hızla düşüyor.
Halk nezdinde eski sempatisi kalmamış olan saray rejimi, yargı sistemini kademeli bir şekilde ele geçirdi ve önce karşıtları üzerinde, giderek tüm muhalif kesimler üzerinde bir sopa gibi kullanmaya başladı. Oy desteğini kaybettikçe sertleşti ve giderek daha da sertleşmeye devam ediyor.
Bütün bunlara rağmen, anketler iktidarın oy oranını hala %30 ile 40 arasında gösteriyor. Oysa %30 bile çok büyük bir oran. Gelişmiş batılı demokrasilerde %35 oy alan parti iktidar olur. Peki neden hala AKP bu kadar büyük bir oy desteğine sahip?
Her ülkede güce tapan, iktidardaki parti kim olursa olsun, sırf iktidarda olunduğu için ona oy veren bir kesim vardır. Aslında bu kesim ahlaki açıdan sorunlu olan kesimidir ve bu oran her ülkede %10’un altındadır. İşte AKP’nin uzun iktidarı döneminde Türkiye’de bu oran arttı. Bugün Türkiye’de sırf iktidarda olduğu için ve onu güçlü gördüğü için AKP’ye oy veren %20’ye yakın bir kesim var. İşte Türkiye’nin sorunu bu..!