Yıllardır, medeni hukuk kurallarımızı İsviçre’den, ceza hukukumuzu Almanya’dan aldığımız söylenir. Aslında küçük istisnalar dışında, Anayasamız başta olmak üzere tüm yasalarımız “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” ve “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” ile uyumludur. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 1954 yılında onaylamış, AİHM’e bireysel başvuru hakkını ise 1987’de tanımıştır.
AKP iktidarı döneminde, Anayasamızda 07.05.2004 Tarihli 5170 sayılı yasa ile yapılan değişikliğe göre; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır”. AKP iktidarının getirdiği bu değişikliğe göre, uluslararası andlaşmalar tüm yasalarımızın üzerinde “amir hüküm” niteliğindedir. Yani uluslararası andlaşmalardan doğan hak ve yükümlülükler ile, iç hukuk düzenlemelerimiz ve/veya mahkeme kararlarımız arasında bir çelişki olması durumunda, uluslararası andlaşma kuralları ve uluslararası mahkeme kararları esas alınır. Aslında bu düzenleme, yasaları tek tek değiştirmek yerine, tek bir madde ile tüm yasalarımızı çağdaş düzeye taşıyan, AB yasalarıyla uyumluhale getiren zekice tasarlanmış bir düzenleme.
Şimdi bu bilgiler ışığında uygulamalara bakalım:
12.05.2020’de AİHM, Türk hükümetinin Osman Kavala için verilen tahliye kararını Büyük Daire’ye taşıma başvurusunu reddetti. Böylece AİHM’in 2019 Mart ayında Osman Kavala hakkında verdiği tahliye kararı kesinleşmiş oldu. Tayyip Erdoğan AİHM’nin 10 Aralık’ta Kavala’nın tahliye edilmesi gerektiği yönündeki kararı ardından, kararı kabul etmediğini, AİHM’nin Türk Mahkemeleri yerine karar veremeyeceğini söyledi. Oysa Anayasa’nın 90’ıncı maddesindeki “uluslararası andlaşma ve kararların iç hukukta amir hüküm nitaliğinde” olduğuna dair düzenleme Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde konmuştu. Ayrıca Erdoğan 1999, 2001 ve 2002 yıllarında şahsen üç defa AİHM’e bireysel başvuruda bulunmuştu! AİHM’in Kavala hakkında verdiği karar, Türkiye’nin itirazı üzerine temyizde de bozulmadığı halde, ikinci defa uygulanmamış oldu. Bu kararı uygulamamakla sadece AİHM kararını değil, kendi Anayasamızın 90’ıncı maddesini de iki defa ihlal etmiş olduk.
AİHM Büyük Dairesi Selahattin Demirtaş ile ilgili 2018 yılında verilen ‘Serbest bırakılmalı’ kararına karşı yapılan temyiz başvurusunu, 22 Aralık 2020 tarihinde öncekinden daha sert bir şekilde karara bağlıyor. Türkiye, AİHM’nin 2018’de verdiği, görece daha yumuşak olarak nitelendirilebilecek ‘Serbest bırakılmalı’ kararına itiraz edip, dosyayı büyük daireye taşıyor. Büyük daire ise, Türkiye’nin itirazlarının ve beklentilerinin aksine, alt dairenin verdiği kararı daha da sertleştirerek, adeta Türkiye’yi azarlıyor. Mahkümiyet kararının siyasi oludğunu ve Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması gerektiğini vurguluyor.
Türkiye bu kararı derhal uygulamak yerine, en üst ağızdan ve en üst perdeden düzeysiz, siyasi bir üslupla tepki veriyor. CB Erdoğan AİHM’in Demirtaş kararına; “Bu adımlar siyasidir, çifte standarttır, ikiyüzlülüktür. AİHM Türkiye nezdinde saygı görmek istiyorsa önce dönüp kendi çelişkilerini sorgulamalıdır. Bu şahıs siyasi görevleri veya söylemleri sebebiyle değil, terörle arasına mesafe koyamadığı için milletimizin gözünde de suçludur” diyor. AİHM’i ikiyüzlülükle, siyasi karar vermekle itham ediyor!
Bir mahkeme kararını hukuki bulmayabilirsiniz, eleştirebilirsiniz. Halihazırda başvurmadğınız bir itiraz mercii varsa, oraya başvurarak itiraz edebilirsiniz. Ancak bunu hukukçulara bırakırsınız. Hele de bir devletseniz ve elinizde sınırsız maddi imkanlar ve hukukçular ordusu varsa, bu itirazınızı siyasi bir ağızdan ve diplomatik bir nezaketsizlikle yapmak, sadece ve sadece ülkenizin itibarını sarsar. Ülkenizde siyasetin hukukun üzerinde mutlak bir egemenliğe sahip olduğunu gösterir. Yargı kararlarının aslında siyasiler tarafından alınıp, yargıçların önüne atıldığını gösterir. Farkında olmadan, AİHM’in “mahkumiyet kararının siyasi saiklerle verildiği” yönündeki kanaatini daha da perçinlemiş olursunuz. Yani kararın aslında siyasi oludğunu bizzatihi kendi ağzınızla itiraf etmiş olursunuz!
Görüldüğü üzere yasalarınız ne kadar hukuka uygun olursa olsun, hukuk fakülteleriniz ne denli iyi eğitim verirse versin, eğer demokratik bir rejiminiz yoksa, hukukun üstünlüğünü özümsemiş bir iktidarınız yoksa, hukuk devleti olamazsınız. Hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku hakim olur.